Ana içeriğe atla

İSLAMİYET




İSLAMİYET

1. İslamiyet’in Doğuşu ve Tarihi Süreci

1.1. İslamiyet’in Ortaya Çıktığı Sosyo-Dini Zemin

İslam dini, 7. yüzyılın başlarında Hicaz bölgesinde, özellikle Mekke şehrinde ortaya çıkmıştır. Bu dönemde Arap Yarımadası siyasi olarak birbirinden bağımsız kabilelerden oluşan bir yapıdaydı. Merkezi bir devlet ya da otorite bulunmadığı gibi, toplumsal düzeni belirleyen unsur kabile mensubiyeti ve soy bağıydı. Cahiliye Dönemi olarak adlandırılan bu çağda; Kan davası, kabilecilik, kadın düşmanlığı ve kölelik gibi uygulamalar yaygındı. Toplumda zengin-fakir uçurumu ve sosyal adaletsizlik hüküm sürüyordu. Dinî anlamda yaygın olan inanç putperestlikti. Her kabilenin kendi putları bulunmaktaydı (örneğin: Lat, Menat, Uzza). Mekke’deki Kâbe, Arap kabilelerinin putlarını yerleştirdiği kutsal bir merkezdi. Bunun yanında Yahudilik ve Hristiyanlık’tan etkilenen bazı bireyler (Hanifler), tevhid inancını savunuyorlardı. Bu toplumsal ve dinî karmaşa ortamında İslamiyet, hem inanç hem de sosyal düzen açısından bir dönüşüm hareketi olarak ortaya çıktı.

1.2. Hz. Muhammed’in Hayatı ve Peygamberliği

Hz. Muhammed (s.a.v.), 571 yılında Mekke'de dünyaya geldi. 40 yaşına kadar dürüstlüğüyle tanınan bir tüccar olarak yaşamış, el-Emin lakabıyla anılmıştır. 610 yılında Hira Mağarası’nda aldığı ilk vahiy ile peygamberlik görevi başlamış ve böylece İslam dini doğmuştur.

1.2.1. Mekke Dönemi (610–622)

Bu dönem, İslam'ın tebliğ dönemidir. İlk vahiy “Oku!” emriyle Alak suresinin ilk ayetleriyle başlamıştır. Hz. Muhammed önce en yakın çevresine, ardından halka tebliğe başlamıştır. Tevhid, ahiret, hesap günü, sosyal adalet ve ahlakî değerler öne çıkmıştır. Mekke’nin ileri gelenleri (özellikle Kureyş kabilesi), bu yeni dine siyasi, ekonomik ve dini tehdit olarak bakmış, bu nedenle Müslümanlara yönelik: Ekonomik ambargo, Sosyal boykot, Psikolojik ve fiziksel işkenceler uygulanmıştır.

Bu süreçte Habeşistan’a iki hicret olmuş, nihayet Akabe Biatları ile Medineli Müslümanlar Hz. Muhammed'e destek vermiştir.

1.2.2. Medine Dönemi (622–632)

Hicret (622), İslam tarihinde bir dönüm noktasıdır ve hicret yılı takvim başlangıcı olmuştur. Medine’de ilk İslam devleti kurulmuştur. Hz. Peygamber burada hem dinî lider hem de devlet başkanı olarak görev yapmıştır. Medine Vesikası ile Yahudiler, müşrikler ve Müslümanlar arasında sivil bir sözleşme yapılmış, toplumsal barış hedeflenmiştir.

Bu dönemde birçok askeri olay yaşanmıştır: Bedir Savaşı (624), Uhud Savaşı (625), Hendek Savaşı (627), Hudeybiye Antlaşması (628), Mekke’nin Fethi (630), Huneyn ve Taif Gazveleri (630)

632 yılında Hz. Muhammed, Veda Haccı’nda İslam’ın temel ilkelerini vurgulayan Veda Hutbesi’ni irad etmiş ve kısa süre sonra vefat etmiştir.

1.3. İslam Devletinin Kuruluşu ve Yayılışı

Hz. Peygamber’in vefatından sonra Müslümanlar arasında ilk defa halife seçimi yapılmış ve böylece Hilafet kurumu ortaya çıkmıştır. İlk dört halifenin dönemine “Hulefâ-i Râşidîn” dönemi denir.

Hz. Ebû Bekir döneminde İslam devleti iç istikrarını sağlamış, Ridde (dinden dönme) hareketleri bastırılmıştır.

Hz. Ömer döneminde İslam orduları, Bizans ve Sasani imparatorluklarına karşı büyük başarılar kazanmış, devlet teşkilatı oluşturulmuştur.

Hz. Osman döneminde Kur’an mushafı çoğaltılmıştır. Ancak onun döneminde artan siyasi huzursuzluklar neticesinde iç karışıklık başlamıştır.

 Hz. Ali döneminde Cemel ve Sıffin savaşları gibi iç savaşlar yaşanmış, İslam toplumu içinde ilk ayrılıklar başlamıştır.

1.4. Emevîler ve Abbâsîler Dönemi

Emevîler (661–750)

Halifeliği bir saltanata dönüştürmüşlerdir. İslam toprakları İspanya’dan Hindistan’a kadar genişlemiştir. Ancak Arap olmayan Müslümanlara yönelik ayrımcılık yapılmıştır (mevali politikası). Bu durum Abbâsî devrimini doğurmuştur.

Abbâsîler (750–1258)

İlk dönemleri, ilim, kültür ve sanatın zirveye ulaştığı bir zaman dilimidir. Bağdat bir bilim ve kültür merkezi hâline gelmiştir. Tercüme faaliyetleri ile Grek, İran ve Hint düşüncesi İslam dünyasına taşınmıştır. 1258’de Moğolların Bağdat’ı işgaliyle Abbâsî siyasi varlığı sona ermiştir.

1.5. İslamiyet’in Diğer Coğrafyalara Yayılışı

Endülüs üzerinden Avrupa’ya (İspanya ve Portekiz), Orta Asya üzerinden Türklerin İslam’a girişi Afrika ve Hindistan bölgelerine fetih, ticaret ve sufîler aracılığıyla yayılmıştır. Endonezya ve Malezya gibi Uzak Doğu bölgelerine özellikle ticaret yolları ve sufî faaliyetleriyle ulaşılmıştır.

1.6. Selçuklu ve Osmanlı Döneminde İslamiyet

Selçuklular, İslam’ı bilimle ve devlet organizasyonuyla buluşturmuşlardır. Nizamiye Medreseleri kurulmuştur.

Osmanlılar, İslam’ı sadece Arap coğrafyasında değil, Balkanlar, Kafkasya ve Kuzey Afrika’ya kadar taşımışlardır.

İslam sadece bireysel inanç değil; hukuk, ahlak, eğitim, sanat ve siyasetin merkezinde yer alan bir medeniyet projesi hâline gelmiştir.

Halifelik kurumu, 16. yüzyıldan itibaren Osmanlılara geçmiştir.

2. İslamiyet’te İnanç Sistemi ve Tevhid Anlayışı

2.1. Allah İnancı (Tevhid)

İslam inancının temelini “tevhid” oluşturur. Tevhid, Allah’ın zatında, sıfatlarında ve fiillerinde birliğini kabul etmektir. Yani: Allah birdir, tektir, doğmamış ve doğurulmamıştır (İhlâs Suresi). O’nun bir benzeri yoktur (Şûrâ 11). Her şeyin yaratıcısı ve yöneticisidir (Bakara 255).

İslam’da Allah, hem aşkın (transcendent) hem de içkin (imanî açıdan yakın) olarak tasvir edilir. İnsanla doğrudan bir iletişim kurar (vahiy), ancak hiçbir varlığa benzemez.

Diğer dinlerle karşılaştırıldığında: Yahudilikte “Yahve” kavramı ile Allah inancı vardır, ancak antropomorfik (insan biçimci) yaklaşımlar görülür. Hristiyanlıkta teslis (Baba-Oğul-Kutsal Ruh) anlayışı, tevhid inancıyla çeliştiği gerekçesiyle İslam’da reddedilir (Maide 73).

2.2. Ahiret İnancı

Ahiret inancı, İslam’da bireyin sorumluluğunu pekiştiren temel bir unsurdur. Müslümanlar: Kıyamet Günü’nde insanların diriltileceğine (ba’s), Amellerin hesaplanacağına (hisab), Cennet ve cehennemin hak olduğuna iman ederler. Bu inanç: Dünyada yapılan her fiilin ilahi adaletle karşılık bulacağına dair bir teminat sunar. “Mülk Allah’ındır ve sonunda dönüş O’nadır” ilkesiyle hayatın geçici doğasını vurgular.

Mukayeseli olarak: Yahudilikte ahiret inancı yer yer belirsizdir, bazı mezhepler ahiret hayatını inkâr eder. Hristiyanlıkta ahiret inancı güçlüdür; fakat “günahların kefareti” anlayışı İslam’dan farklıdır.

2.3. Melek İnancı

Melekler, İslam inancına göre gözle görülmeyen, nurdan yaratılmış, Allah’a sürekli ibadet eden ve farklı görevler üstlenen varlıklardır:

Cebrâil: Vahiy meleğidir.

Mikâil: Tabiat olaylarını yönetir.

İsrafil: Sûr’a üfleyerek kıyameti başlatır.

Azrail: Ölüm meleğidir.

Ayrıca insanların iyi ve kötü amellerini yazan Kirâmen Kâtibîn, kabirde sorgu yapan Münker ve Nekir melekleri de vardır.

Dinler tarihi açısından: Melek inancı Yahudilik ve Hristiyanlıkta da mevcuttur. Ancak İslam’da melekler günah işlemez, evlenmez, yemez-içmez ve cinsiyet taşımazlar.

2.4. Kutsal Kitap İnancı

İslam, sadece Kur’an’ı değil, geçmişte indirilen kutsal kitapları da tanır: Tevrat (Hz. Musa), Zebur (Hz. Davud), İncil (Hz. İsa), Ve en son olarak Kur’an-ı Kerim (Hz. Muhammed). Ancak önceki kitapların insanlar tarafından tahrif edildiği, yani aslî şekillerinin bozulduğu kabul edilir.

Kur’an:Hem içerik hem de lafız bakımından Allah’tandır. Değiştirilemez ve kıyamete kadar korunacaktır (Hicr 9). Diğer kitapları tasdik edici ve tamamlayıcıdır (Maide 48).

Dinler tarihi açısından: İslam’ın kutsal kitap anlayışı, vahyî süreklilik ve metinsel korunmuşluk esasına dayanır.

2.5. Peygamber İnancı

Peygamberler, Allah’ın insanlara emirlerini ulaştırmakla görevli elçileridir. Onlar: Allah’tan vahiy alırlar,  Masumdurlar (günah işlemezler), İlahi mesajı hem söz hem davranışla temsil ederler.

İslam’da peygamberlik zinciri Hz. Âdem ile başlar, Hz. Muhammed ile son bulur. Hz. Muhammed, “Hâtemü’n-Nebiyyîn” (Peygamberlerin sonuncusu) olarak tanımlanır.

Kur’an’da ismi geçen peygamberler: Hz. Nuh, Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa gibi birçok isim, Bunların İslam’da da peygamber kabul edilmesi, ilahi vahyin evrenselliğini gösterir.

Mukayeseli olarak:

Yahudilik, sadece İsrail soyundan gelenleri peygamber kabul eder. Hristiyanlık Hz. İsa’yı peygamber değil, Tanrı’nın oğlu olarak görür; bu ise İslam’da reddedilir.

2.6. Kader İnancı

Kader, Allah’ın geçmiş, şimdi ve gelecekte olacak her şeyi önceden bilip takdir etmesidir. Kaza ise bu takdirin vuku bulmasıdır.

İslam’da: Allah’ın ilmi, iradesi ve kudreti sınırsızdır. Ancak insan irade sahibidir ve yaptığı fiillerden sorumludur Bu dengeye “Cüz-i irade ile külli iradenin birlikteliği” denir.

Kader inancı: İnsanı teslimiyet ve tevekküle yönlendirirken, Aynı zamanda sorumluluk ve çabayı da teşvik eder.

Felsefi düzlemde kader tartışmaları, Cebriyye ve Mutezile gibi mezheplerin farklı yaklaşımlarıyla zenginleşmiştir.

Dinler tarihi bağlamında: Yahudilikte kader anlayışı daha çok ulusal ve toplumsal çerçevede yer bulur. Hristiyanlıkta “özgür irade” ile “kurtuluş” arasındaki ilişki tartışmalıdır.

3. İslam’da İbadet ve Uygulamalar

İslam dininde ibadet, insanın Allah’a olan kulluğunun bilinçli ve düzenli bir şekilde ifadesidir. İbadet sadece bireysel bir ritüel değil, toplumsal düzen, ahlaki disiplin ve manevi arınma amacı da taşır. İslam’daki ibadetler, hem bedensel hem de mali yönleriyle bireyin tüm yönlerini kuşatır. İbadetlerin temel kaynağı Kur’an ve Sünnettir.

3.1. Beş Vakit Namaz

Namaz, İslam’ın en temel ibadeti olup günde beş vakit yerine getirilir: Sabah, öğle, ikindi, akşam ve yatsı.

Kur’an’da çok sayıda ayette geçer: “Şüphesiz namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar” (Ankebût 45).

Namaz, bireyi günde beş kez Allah’ın huzuruna çıkmaya davet eder. Bu yönüyle farkındalık, disiplin ve tevazu oluşturur.

Cemaatle kılınması, toplumsal birlik ve beraberlik sağlar.

Dinler tarihi açısından: Yahudilikte sabah, öğle ve akşam olmak üzere günde üç vakit dua geleneği vardır. Hristiyanlıkta belli vakitlerde dua ve ilahi okumalar (özellikle Katolik ve Ortodoks mezheplerinde) uygulanır. Ancak İslam’da namaz, belirli hareketlerle (kıyam, rükû, secde) icra edilen ve düzenli aralıklarla yapılması zorunlu olan bir ibadettir.

3.2. Oruç ve Ramazan

Oruç, İslam’ın farz ibadetlerinden biridir ve özellikle Ramazan ayında tutulur: İmsak vaktinden iftara kadar yeme, içme ve cinsel ilişkiden uzak durulur.

Temel amacı: takvâ, yani Allah’a karşı bilinçli bir yaşam sürmektir (Bakara 183). Oruç, bireyin nefsine hâkim olma, sabır, empati ve şükür gibi erdemleri geliştirmesini sağlar.

Mukayeseli olarak: Yahudilikte Kefaret Günü (Yom Kippur) orucu, mutlak bir yoksunluk günüdür. Hristiyanlıkta Büyük Perhiz Dönemi (Lent), belirli yiyeceklerden uzak durmayı içerir. İslam’daki oruç ise hem şekil hem anlam bakımından bütüncül bir nefis eğitimi olarak öne çıkar.

3.3. Zekât ve Sosyal Yardımlaşma

Zekât, malî bir ibadettir ve belirli zenginlik ölçüsüne sahip Müslümanların mallarının %2,5’ini ihtiyaç sahiplerine vermesi zorunludur. Kur’an’da sıkça geçen bir ibadettir: “Onların mallarından sadaka al ki, onları bununla arındırıp temizleyesin” (Tevbe 103). Toplumda servet dengesinin sağlanması, yardımlaşma bilincinin geliştirilmesi ve sosyal adaletin tesis edilmesi gibi hedefleri vardır.

Zekâtın dışında: Sadaka, fıtır sadakası, infak, vakıf kurumu gibi yollarla da sosyal yardım teşvik edilir.

Diğer dinlerle kıyas: Yahudilikte “maaser” uygulaması (gelirin %10’unun Tanrı’ya adanması) vardır. Hristiyanlıkta da ondalık bağış ve kilise vergisi gibi uygulamalar mevcuttur. İslam’da zekât, sadece dini değil, ekonomik ve sosyal sorumluluk boyutu olan sistematik bir ibadettir.

3.4. Hac ve Umre

Hac, ömründe bir kez yapılması farz olan bir ibadettir: Kurban Bayramı günlerinde, Kâbe ve çevresinde yapılan bir dizi ibadetten oluşur (tavaf, sa’y, vakfe, şeytan taşlama vs.). Hac, ırk, renk, statü farkı olmaksızın milyonlarca Müslümanı bir araya getirerek evrensel kardeşlik ve tevazu sembolü olur. Umre, yılın diğer zamanlarında yapılabilen küçük hac ibadetidir.

Dinler tarihi açısından: Yahudilikte Kudüs'e yapılan ziyaretler (özellikle Süleyman Mabedi döneminde) kutsal sayılırdı. Hristiyanlıkta Kudüs, Vatikan gibi yerlere hac ziyaretleri yapılır. İslam’daki hac ise hem ritüel zenginliği hem de zaman ve mekân birliği ile sistemli bir ibadettir.

3.5. Kurban, Dua ve Diğer İbadetler

Kurban, Allah’a yakınlaşmak amacıyla belirli şartlara uygun şekilde hayvan kesilmesidir. Hz. İbrahim’in sadakatini anma amacı taşır. Kurban Bayramı’nda yerine getirilir, etin çoğu yoksullara dağıtılır. Sadece sembolik değil, toplumsal yardımlaşmanın ve fedakârlığın göstergesidir. Dua, bireyin Allah’a yönelmesi ve içtenlikle yakarışıdır. Beş vakit namaz dışında da yapılabilir. Sınırsızdır, şekil şartına bağlı değildir. Tesbihat, zikir, tilavet, adak, yemin gibi ibadetler de bireysel manevi gelişimi pekiştirir.

Mukayeseli olarak: Yahudilikte kurbanlar Süleyman Mabedi’nde kesilirdi, günümüzde kurban geleneği sürmemektedir. Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın çarmıha gerilmesi, Tanrı’ya kurban edilmesi olarak görülür. İslam’da kurban birey tarafından bizzat yerine getirilen bir sadakat ve ibadet göstergesidir.

3.6. İbadetin Toplumsal Yönü

İslam’da ibadetler sadece bireysel değil, toplumsal etkileşimi de güçlendirici bir işleve sahiptir: Cemaatle kılınan namaz, sosyal dayanışma sağlar. Zekât ve sadaka, gelir dağılımını dengeleyici etkiler doğurur. Hac, ümmet bilincini ve evrensel kardeşliği pekiştirir. Oruç, aç olanı anlamayı sağlar, toplumsal empatiyi artırır.

Bu bağlamda İslam’daki ibadetler, bireyi sadece Allah’a değil, aynı zamanda topluma karşı da sorumlu bir varlık hâline getirir.

4. İslam Ahlakı ve Sosyal İlkeleri

İslam’da ahlak, sadece bireysel faziletler dizgesi değil, aynı zamanda toplumu inşa eden ve koruyan değerler bütünüdür. Kur’an ve Sünnet, ahlaki erdemleri birey ve toplumun huzurunun temeli olarak gösterir. Ahlakî ilke ve normlar, aynı zamanda İslam hukukunun, eğitim sisteminin ve siyasal hayatın da zeminini oluşturur.

4.1. İslam’da Ahlakın Kaynakları

İslam ahlakının temel kaynakları şunlardır:

Kur’an-ı Kerim: Allah’ın doğrudan mesajıdır. İyilik, adalet, sabır, sadakat gibi erdemleri emreder. Zulüm, yalan, hıyanet gibi davranışları yasaklar.

Sünnet: Hz. Peygamber’in söz, fiil ve onaylarıdır. Onun ahlaki örnekliği (üsve-i hasene) Müslümanlar için uygulamalı bir modeldir.

Akıl: Kur’an, aklın kullanılmasını teşvik eder. Ahlakın evrensel değerlerine akıl yoluyla da ulaşılabileceğini savunur.

Vicdan ve Fıtrat: İslam’a göre insan doğuştan temiz bir yaratılış üzere doğar (fıtrat). Bu yapı, ahlaki eğilimlerin kaynağıdır.

Toplum ve örf: Dinen yasaklanmamış toplumsal örf ve âdetler de ahlakın şekillenmesinde rol oynar.

Dinler tarihi açısından: Diğer tektanrılı dinlerde de (Yahudilik ve Hristiyanlık) vahiy ve peygamber örnekliği ahlakın kaynağı olarak görülür. Ancak İslam’da bu sistem, din-ahlak bütünlüğü ile daha kapsamlı bir yapıya bürünür.

4.2. Hz. Muhammed’in Ahlaki Örneklik Rolü

Kur’an’da Hz. Muhammed, “en güzel ahlak üzere olan” (Kalem, 4) ve “örnek şahsiyet” (Ahzab, 21) olarak tanıtılır.

Onun ahlaki kişiliği şu özellikleriyle öne çıkar: Doğruluk ve güvenilirlik (el-emin), Merhamet, sabır ve affedicilik, Adalet, tevazu ve cömertlik, İnsanlara karşı hoşgörülü, hayvanlara ve doğaya karşı şefkatli tutumu.

Hz. Peygamber, İslam ahlakını sadece anlatmakla kalmamış, bizzat yaşayarak öğretmiştir. Onun söz ve davranışları, Müslümanlar için ahlaki normların en somut halidir.

4.3. Temel Ahlaki Erdemler (Doğruluk, Adalet, Merhamet…)

İslam ahlakı belirli erdemler etrafında şekillenir. Bunların başlıcaları şunlardır:

Doğruluk (sıdk): Her zaman ve herkese karşı dürüst olmak. (Tevbe 119)

Adalet (adl): Hak sahibine hakkını vermek, tarafsız davranmak. (Nahl 90)

Merhamet (rahmet): Allah’ın rahmet sıfatı gibi insanlara karşı da şefkatli olmak.

Sabır (sabr): Zorluklara ve haksızlıklara dirençli ve ölçülü tepkiler verebilmek.

Cömertlik (sehâ): Mallarını Allah yolunda paylaşabilmek.

Tevazu (alçakgönüllülük): Gurur ve kibirden uzak durmak.

İffet: Cinsel ahlak başta olmak üzere her türlü aşırılıktan uzak durmak.

Bu erdemler sadece bireysel olgunluğu değil, toplumsal barış ve düzenin teminatını da oluşturur.

4.4. Aile, Komşuluk ve Toplumsal İlişkilerde Ahlak

İslam, bireyin sosyal ilişkilerinde yüksek ahlaki ölçütler koyar:

Ailede ahlak: Eşler arası sadakat, çocuklara karşı şefkat, ebeveyne saygı. Aile, ahlaki eğitimin ilk yuvasıdır.

Komşuluk ilişkileri: Komşuya eziyet etmek haram kabul edilir. İyilik yapmak, selam vermek, ihtiyacını gidermek teşvik edilir.

Toplumsal ilişkiler: Müslümanlar arasında selamlaşma, yardımlaşma, güven ve sadakat esastır. Gıybet, iftira, kıskançlık yasaklanmıştır.

İslam toplumu, ahlaki sorumluluklarla birbirine bağlı fertlerden oluşur. Böylece fert ile toplum arasında ahlaki bir bağ kurulmuş olur.

4.5. Ekonomik ve Çevresel Ahlak

Ekonomik ahlak: Kazancın helal yoldan elde edilmesi şarttır. Faiz, haksız kazanç, israf, stokçuluk, rüşvet gibi uygulamalar haramdır. Alım-satımda dürüstlük, işçinin hakkını vermek, zekât ve sadaka vermek gibi erdemler teşvik edilir.

Çevresel ahlak: Doğanın Allah’ın emaneti olduğu bilinci esastır. Ağaç dikmek, hayvanlara merhamet göstermek, suyu ve kaynakları israf etmemek ahlaki yükümlülüktür. Kur’an ve hadislerde hayvanlara kötü muamele edenlerin azaba uğrayacağı belirtilmiştir.

Bu iki alan, İslam ahlakının modern meselelerde de aktif bir rehberlik sunduğunu gösterir.

5. İslamiyet’in Diğer Dinlerle İlişkisi

İslam, evrensel bir mesaj taşıyan ve kendisinden önceki vahiyleri tanıyan bir dindir. Bu yönüyle hem bir “devam dini” hem de “son din” olarak kendini konumlandırır. Kur’an’da farklı din mensuplarına, özellikle Yahudi ve Hristiyanlara (Ehl-i Kitap) dair birçok ayet yer almakta; bunlarla ilişkilerin adalet, merhamet ve hikmet çerçevesinde yürütülmesi gerektiği vurgulanmaktadır.

5.1. Kur’an’da Diğer Dinlere Yaklaşım

Kur’an, diğer din mensuplarını tek tipleştirmez. Onları, inandıkları değerlere, ahlaki tutumlarına ve İslam’a karşı tavırlarına göre farklı kategorilerde değerlendirir: Ehl-i Kitap, yani Yahudiler ve Hristiyanlar, geçmişte ilahi vahye muhatap olmuş kimseler olarak kabul edilir. Kur’an, bu gruplardan bazılarını över: “Onlar Allah’a inanır, âhiret gününden korkar, iyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar” (Âl-i İmrân 113–115). Aynı zamanda onların tahrif, peygamberleri öldürme, dini dünyevileştirme gibi hataları da eleştirilir.

Kur’an’da din özgürlüğü prensibi önemlidir: “Dinde zorlama yoktur” (Bakara 256). Bu ayet, İslam’ın başkalarının inancına saygı çerçevesinde hareket edilmesini öngördüğünü gösterir.

5.2. Ehl-i Kitap (Yahudilik ve Hristiyanlık) ile İlişkiler

Ehl-i Kitap, İslam tarihinde diğer din mensuplarından farklı bir hukuki statüye sahiptir: Onlarla evlenme, ticaret yapma, yemeklerini yeme gibi sosyal ilişkiler meşrudur (Maide 5). Ancak İslam’ın son hakikat olduğu, onların önceki vahiyleri tahrif ettikleri açıkça ifade edilir (Bakara 75, Maide 13–15). Hz. Muhammed döneminde Yahudilerle yapılan Medine Vesikası, dinî çoğulculuğun bir örneğidir. Hudeybiye ve Tebük seferlerinde Hristiyan kabilelerle kurulan ilişkiler, diplomatik temasların da meşruiyetini gösterir.

Önemli örnek: Hz. Ömer döneminde Kudüs’ün fethi sonrası Hristiyanlarla yapılan antlaşma, inanç özgürlüğünü güvence altına almıştır.

5.3. İslam'ın Çoğulculuğa Bakışı

İslam, hakikat tektir ama farklı toplumlara farklı şekillerde ulaşmıştır anlayışını taşır: Her topluma peygamber gönderildiği (Nahl 36), İnsanların farklı millet ve kabileler olarak yaratıldığı (Hucurat 13), İnanç ve kimliklerin imtihan vesilesi olduğu (Maide 48) ayetleri bu çoğulcu anlayışın temelini oluşturur. Ancak bu çoğulculuk, dinî relativizmi değil, fıtrata uygun bir çoğulcu varoluşu tanımlar. Yani herkesin hakikatle buluşması için özgür ortam sağlanmalı ama hakikat adına rehavet gösterilmemelidir.

5.4. Farklı Dinlerle Tarihsel Etkileşim

Tarih boyunca İslam, farklı dinlerle birçok düzlemde etkileşim kurmuştur:

Endülüs’te Müslümanlar, Yahudiler ve Hristiyanlarla birlikte ilim, kültür ve sanat alanında büyük bir medeniyet inşa etmiştir.

Osmanlı Devleti, gayrimüslimlere kendi inanç sistemlerini uygulama hakkı tanımış, millet sistemi ile dinî kimliklerin kurumsal devamlılığını sağlamıştır.

Selçuklular, özellikle Batınî ve Hristiyan unsurlarla çatışırken, aynı zamanda hoşgörülü uygulamaları da benimsemişlerdir.

Bu etkileşimlerin sonucu olarak: İlim ve felsefede çeviri faaliyetleri, Hukuki sistemlerde karşılıklı etkilenmeler, Sosyo-kültürel ortak yaşam modelleri gelişmiştir.

5.5. Günümüzde İslam ve Dinlerarası Diyalog

Modern dönemde İslam dünyasında dinlerarası diyalog çalışmaları önem kazanmıştır: Dinlerarası diyalog, farklı din mensupları arasında karşılıklı anlayış, saygı ve barış temelli ilişkiler kurmayı amaçlar. Papa II. Jean Paul'ün Müslümanlara yönelik çağrısı, Vatikan ve el-Ezher diyaloğu, Kral Abdullah Diyalog Girişimi gibi örnekler, bu alandaki gelişmeleri yansıtır. İslam dünyasında bazı çevrelerce diyalog çalışmaları siyasi veya misyonerlik amaçlı olarak eleştirilse de, Kur’an’ın öngördüğü hikmetli iletişim anlayışıyla bağdaşan, sahih ve ilkeli diyalog çabaları, barışa katkı sunmaktadır.

Kur’anî ilke: “En güzel söz ve hikmetle davet et; tartışırken de en güzel üslubu kullan” (Nahl 125).


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...