Ana içeriğe atla

HARİCİLİK

 

HARİCİLİK

1. İSİMLENDİRME

Haricî terimi, İslam siyasi tarihinin en erken ayrılıkçı hareketlerinden biri olan Haricilik’in isim kökünü teşkil eder. Bu kelime Arapça “خرج” (h-r-c) fiilinden türemiştir ve “çıkmak, ayrılmak” anlamına gelir. Ancak bu çıkış sıradan bir ayrılık değil, bir otoriteye karşı siyasi ve itikadî bir reddiyedir. Kavramın teknik anlamı, Sıffin Savaşı sonrasında Hz. Ali’ye karşı çıkan ve “lâ hukme illâ lillah” (Hüküm yalnızca Allah’ındır) diyerek onu hakem olayından dolayı tekfir eden grubu ifade eder.

1.1. Terimin İlk Kullanımı

“Haricî” teriminin ilk kez bir mezhep adı olarak kullanılmaya başlanması, Haricîlerin tarih sahnesine çıktığı Sıffin Savaşı’ndan hemen sonraki döneme rastlar. Bu grubun, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılması ve farklı bir siyasi duruş sergilemeleri dolayısıyla onlara “çıkanlar” yani “Hâricûn” denmiştir. Bu isimlendirme başlangıçta nötr bir ifade iken, zamanla özellikle Ehl-i Sünnet geleneğinde olumsuz çağrışımlarla yüklü bir mezhep ismine dönüşmüştür.

1.2. Haricîlerin Kendi Terimleri

Haricîler, kendilerine “Haricî” demeyi kabul etmemiştir. Bunun yerine kendi içsel tasavvurlarını daha iyi yansıttığını düşündükleri kavramları tercih etmişlerdir. Bunlardan en yaygın olanı “eş-Şurat” (الشرٰاة) ifadesidir. Bu kelime, “Allah yolunda canını satanlar” anlamına gelen ve Tevbe suresi 111. ayete dayandırılan bir öz anlam taşır:

“Allah, müminlerden mallarını ve canlarını, karşılığında onlara cennet vermek üzere satın almıştır.” (Tevbe 9/111)

Bu ifade, Haricîlerin kendi fedakârlıklarını, cihat anlayışlarını ve müminlik iddialarını yüceltmeleri açısından bilinçli bir tercihtir. Kendilerini, imanlarını amelleriyle kanıtlayan “gerçek müminler” olarak görmekteydiler. Bu yüzden, Haricî olmak değil, “şehadet yolunun yolcusu” olmak gibi idealize edilmiş bir kimlik inşa etmişlerdir.

1.3. Ehl-i Sünnet ve Mutezile’de İsimlendirme

Ehl-i Sünnet, Haricî terimini kullanırken genellikle bu mezhebi sapkınlıkla ilişkilendirmiştir. Onlara göre Haricîler, aşırı giden, tekfirde ölçüsüz davranan, toplumun birliğini bozan ve cemaati parçalayarak fitneye sebep olan unsurlardır. Bu nedenle klasik kelam kitaplarında Haricîlik, bid’at ehli sayılmış ve genellikle “Ehlu’l-bida‘ ve’l-ahvâ” (bid’at ve hevâ ehli) kategorisinde anılmıştır.

Mutezile ise Haricîliği, itikadî açıdan ele almış ve Haricîlerin “büyük günah” konusundaki görüşlerine şiddetle karşı çıkmıştır. Mutezile, büyük günah işleyeni ne mümin ne de kâfir sayarak “el-menzile beyne’l-menzileteyn” ilkesini ortaya atarken, Haricîlerin bu kişileri doğrudan tekfir etmesini aşırılık olarak değerlendirmiştir.

1.4. Haricîlik İçindeki Fırkaların Kendi Adlandırmaları

Zamanla Haricîlik içinde gelişen farklı fırkalar (Ezârika, Necedât, Acaride vb.) da kendilerini çoğu zaman ideolojik liderlerinin ismiyle tanımlamışlardır. Bu adlandırma yöntemi, fırkaların kendi iç yapısal farklılıklarını ve doktrin farklarını dışa vurmak için kullanılmıştır.

Örneğin:

· Ezârika, Nâfiʿ b. el-Ezrak’ın radikal yaklaşımıyla özdeşleşirken;
· Necedât, Necde b. Âmir’in daha yumuşak tavrıyla tanınmıştır.

Bu isimlendirmeler aynı zamanda fırkaların siyasi eylem stratejilerine ve toplumsal davranışlarına da bir işaret niteliği taşımıştır.

1.5. Modern Akademik Literatürde İsimlendirme Tartışmaları

Modern oryantalist ve İslam araştırmacıları arasında da Haricî isminin kullanımı konusunda dikkatli bir yaklaşım sergilenmiştir. Bazı araştırmacılar, bu ismin polemik içerikli bir tarihsel kullanım olduğunu ve tarafsız bir mezhep adı olarak değerlendirilmemesi gerektiğini savunurlar. Bazıları ise “Haricîlik” ismini, erken dönem İslam muhalefet hareketlerinin genel adı olarak sınıflandırır ve tüm ayrılıkçı eğilimleri bu şemsiye altında değerlendirir.

2. TARİHÇESİ

Haricilik, İslam tarihinde ortaya çıkan ilk büyük siyasi-itikadî fırka olarak kabul edilir. Ortaya çıkışı ve gelişimi, sadece teolojik bir ayrılık değil, aynı zamanda İslam toplumunun erken dönem siyasi yapısının çözülmeye başlamasının ve meşruiyet krizlerinin bir tezahürüdür. Bu nedenle Haricilik, hem siyasi hem de dinî bir hareket olarak şekillenmiştir.

2.1. Ortaya Çıkışı:

Sıffin ve Hakem Olayı

Hariciliğin doğuş noktası, miladi 657 yılında gerçekleşen Sıffin Savaşı ve ardından gelen Hakem Olayıdır. Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanan bu savaşta, Muaviye ordusu yenilmek üzereyken mızraklara Kur’an sayfaları takarak hakemliğe başvurmayı teklif etmiştir. Hz. Ali, savaş meydanındaki askerlerin ısrarı üzerine hakem teklifini kabul etmek zorunda kalmıştır.

Bu karar, Hz. Ali’nin safında savaşan bazı kesimler tarafından ağır bir ihanet olarak görülmüştür. Çünkü onlara göre bir beşerin hükmü değil, sadece Allah’ın hükmü geçerli olmalıydı. Bu grup, “Lâ hukme illâ li’llâh” (Hüküm yalnız Allah’ındır) ayetini referans göstererek Hz. Ali’nin hakemliği kabul etmesini şirkle eşdeğer saymış ve ondan ayrılmıştır. Bu ayrılan grup tarihe Haricîler olarak geçmiştir.

Nuhayla İsyanı (657–658)

Hakem olayından sonra Haricîler, Nehrevân bölgesine çekilmiş ve burada hem ideolojik hem de siyasi olarak örgütlenmeye başlamışlardır. Hz. Ali, bu grubun itikadî radikalliğini ve toplumu bölme riskini fark ederek onlarla görüşmeye çalışmış ancak sonuç alamamıştır.

Sonunda Nehrevân Savaşı (658) gerçekleşmiş ve Haricîlerin büyük bir kısmı Hz. Ali tarafından etkisiz hâle getirilmiştir. Ancak Haricîlik fikriyat olarak yok olmamış, tersine yer altına inerek yeni şekillerde yaşamaya devam etmiştir.

Hz. Ali’nin Şehadeti ve Sonraki Süreç

Haricîler, Hz. Ali’yi din dışı gördüklerinden dolayı ona suikast düzenlemeyi bir görev bilmişlerdir. 661 yılında Haricî üyesi Abdurrahman b. Mülcem, Hz. Ali’yi sabah namazı sırasında şehit etmiştir. Bu olay, Haricî zihniyetin radikal eylem potansiyelini göstermesi açısından dikkat çekicidir.

Hz. Ali’nin şehadeti sonrasında Haricîler Muaviye’ye de muhalif olmuş, ancak bu kez daha da parçalanmış bir yapıyla farklı coğrafyalara yayılmışlardır.

Haricîliğin Yayılması

Haricîlik, özellikle Irak, Hicaz, Yemen ve Kuzey Afrika’da farklı zamanlarda farklı adlar altında etkisini sürdürmüştür. Haricîler, merkezi otoritenin zayıf olduğu alanlarda küçük cemaatler hâlinde yaşamış, bazen silahlı ayaklanmalara kalkışmışlardır.

Özellikle Emevîler döneminde Haricî hareketler ciddi bir tehdit hâline gelmiş; halifelerin baskı politikalarına rağmen bastırılması kolay olmamıştır. Haricîler zaman zaman Basra, Kûfe, İsfahan, Kirman ve Bahreyn gibi bölgelerde denetimi ele geçirmiş, hatta kısa süreli bağımsız emirlikler bile kurmuşlardır.

Haricîliğin Fırkalara Ayrılması

Zamanla Haricîler arasında fikir ayrılıkları baş göstermiştir. Özellikle:

  • Tekfirin kapsamı,
  • Büyük günah işleyenin hükmü,
  •  Cihat anlayışı,
  • Takiyye meselesi gibi konular fırkalaşmanın zemini olmuştur.
Bu ayrışmalar sonucunda Ezârika, Necedât, Acaride, Sufriyye, Beyhesiyye ve İbâziyye gibi alt kollar doğmuştur. Bu fırkaların her biri farklı dönem ve coğrafyalarda etki göstermiştir.

Abbasîler Döneminde Haricîlik

Abbasî halifeleri de Haricîliği ciddi bir tehdit olarak görmüş ve baskı altına almaya çalışmıştır. Özellikle Halife Mansur ve Mehdî dönemlerinde Haricî isyanları bastırılmış, liderleri öldürülmüş, taraftarları sürgün edilmiştir. Ancak Haricîlik, zayıflasa da tamamen yok olmamış; zamanla daha mutedil yorumlar geliştirmiştir.

Haricîliğin İbâzîliğe Evrimi

8.yüzyılın sonlarına doğru Haricîlik, daha mutedil bir çizgide yeniden örgütlenerek İbâziyye adı altında müstakil bir mezhebe dönüşmüştür. Bu dönüşüm, özellikle Umman, Cezayir ve Zengibar gibi bölgelerde kurumsal bir dinî yapı hâline gelmiştir. İbâzîler Haricî olarak anılmayı reddetmiş, kendilerini bir “ılımlı muhalefet” olarak konumlandırmışlardır.

2.2. Haricîliğin Temel Görüşleri

Haricîlik, İslam düşünce tarihinde radikal yorumları ve katı dini tavrıyla bilinen bir mezheptir. Haricîlerin temel görüşleri, iman, amel, günah, imamet, toplum düzeni ve cihat gibi birçok alana yayılır. Bu görüşler onların teolojik kimliğini belirlediği gibi, siyasi ve toplumsal hareket tarzlarını da şekillendirmiştir.

1. İman ve Amel Bütünlüğü

Haricî düşüncenin en belirgin vasıflarından biri, iman ile ameli ayrılmaz bir bütün olarak görmeleridir. Onlara göre amel, imanın ayrılmaz bir parçasıdır. Kişi sadece Allah’a inanmakla mümin olamaz; bu inancını salih amellerle ispat etmek zorundadır. Bu yüzden ibadetleri ihmal eden, büyük günah işleyen kimseler sadece fasık değil, doğrudan kâfir sayılır.

Bu anlayış, Ehl-i Sünnet ve Mutezile gibi diğer fırkaların “fasıklık” kavramından çok daha serttir. Haricîlere göre:

“Namazı terk eden, orucu tutmayan veya faizle iş yapan bir kişi mümindir” denemez. Bu kişi küfre düşmüş olur.

Bu görüş, Kur’an’da geçen şu ayetle temellendirilir:

“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide 5/44)

2. Büyük Günah Küfürdür (Tekfir Doktrini)

Haricî düşüncede “büyük günah” (kebâir) meselesi merkezî bir öneme sahiptir. Onlara göre;

  • ­   Zinâ,
  • ­   Hırsızlık,
  • ­   Yalan yere şahitlik,

­  Adam öldürme gibi büyük günahları işleyen kimse imandan çıkmış ve küfre girmiştir.

Bu sebeple günahkâr bir Müslüman, toplumdan dışlanmalı, hatta bazı Haricî gruplara göre öldürülmelidir. Bu anlayış zamanla “tekfir doktrini”ni doğurmuş ve İslam tarihinde radikal dini yapılanmaların zeminini oluşturmuştur.

3. Adaletli ve Takva Sahibi İmam Zorunluluğu

Haricîlere göre imam (devlet başkanı) seçimi şarttır. Ancak bu imam mutlaka:

  • Takva sahibi,
  • Zalim olmayan,
  • Adaleti ayakta tutan biri olmalıdır.

İmam seçiminde Kureyşîlik şartı aranmaz. Hatta isterse bir köle bile bu şartları taşıyorsa imam olabilir. Bu görüş, dönemin Arap toplumuna karşı oldukça devrimci bir duruş sergiler. 

Ancak Haricîler, seçilen imamın adaletten sapması veya günah işlemesi hâlinde, onun görevden alınması değil, öldürülmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu fikir, Haricîlerin sürekli başkaldırılar içinde olmalarının da temel nedenidir.

4. İtaat Yalnızca Allah’a ve Kur’an’a Olur

Haricîler, mutlak itaatin yalnızca Allah’a ve O’nun kitabı Kur’an’a olması gerektiğini savunurlar. İnsan otoritelerine, özellikle günah işleyen yöneticilere boyun eğmeyi reddederler. Bu görüş, onların “siyasi muhalefet” anlayışının temelini oluşturur.

Hz. Ali’nin hakem olayını kabul etmesi bile onlar için yeterli bir küfür sebebidir; çünkü bu, beşerî bir hükmü Allah’ın hükmüne tercih etmektir.

5. Hüküm Yalnızca Allah’ındır (Hakemliği Reddetme)

Haricî hareketin doğmasına sebep olan en önemli sloganlardan biri şudur:

“Lâ hukme illâ li’llâh” – Hüküm yalnız Allah’ındır.

Bu ayet (En‘âm 6/57 ve Yusuf 12/40) onların siyasal ve teolojik sloganı hâline gelmiştir. Hakem olayına karşı çıkışları, bu ayetin literal bir yorumuna dayanır. Onlara göre insanlar kendi aralarında hakem tayin ederek Allah’ın hükmünü hiçe saymışlardır.

6. Cihad Anlayışı

Haricîler cihadı sadece savunma amaçlı değil, itikadî ve siyasi temizlik aracı olarak görmüşlerdir. Onlara göre

  • Kâfirle savaşmak farzdır.
  • Kâfir saydıkları Müslümanlara karşı da silahlı mücadele caizdir.
  • Hatta kadın ve çocuklar bile bu savaşın meşru hedefi olabilir (özellikle Ezârika gibi radikal kollar bu görüştedir).

Bu radikal cihad anlayışı, Haricîleri tarihte birçok ayaklanma ve isyanın öncüsü hâline getirmiştir.

7. Takiyye’ye Karşı Tavır

Birçok Haricî fırka, takiyyeyi (inancını gizlemeyi) caiz görmemiştir. Özellikle Ezârika gibi gruplar için hakikatin açıkça savunulması, cihat kadar önemlidir. Ancak mutedil Haricî fırkalar (örneğin İbâziyye ve Sufriyye), bazı durumlarda takiyyeyi makul görebilmişlerdir.

8. Cemaat ve İttihad Karşıtlığı

Haricîler, çoğunlukla toplumsal birlik (cemaat) kavramına karşı mesafelidir. Onlara göre çoğunluğun görüşü değil, hakikatin ölçüsü belirleyicidir. Bu yüzden onlar, cemaatin dışında kalan, azınlık ama “hak üzere olan” bir topluluk olmayı seçmişlerdir. Bu tutum, onların “tek doğru bizde” anlayışını ve kendilerine has “elita” bilincini pekiştirmiştir.

2.3. Haricî Zihniyetin Bazı Belirgin Özellikleri

Haricîlik, İslam tarihinde sadece bir mezhebi akım değil, aynı zamanda kendine has bir zihniyet inşasıdır. Bu zihniyet; dünyaya, otoriteye, topluma ve dinî değerlere bakışta radikal, katı ve dışlayıcı çizgilere sahiptir. Aşağıda bu zihniyetin temel belirleyicileri ayrıntılı olarak ele alınmaktadır:

1. Mutlak Hakikat ve Doğruluk Anlayışı

Haricî zihniyetin merkezinde mutlak doğruluk iddiası yer alır. Kendi görüşlerini Allah’ın muradıyla eşdeğer gören Haricîler, yalnızca kendi anladıkları hakikati “mutlak doğru” olarak kabul etmişlerdir. Diğer mezhep, grup ve bireyleri ise sapkınlıkla ya da küfürle itham etmişlerdir.

Bu durum, Haricîlerde:

  • ­   Eleştiriye kapalılık,
  • ­   İçtihada sınırlı alan tanıma,
  • ­   Farklı yorumlara tahammülsüzlük gibi sonuçlar doğurmuştur.

Bu bağlamda Haricîlik, çok sesliliğe karşı olan tekçi bir zihniyet üretmiştir.

2. Zahirî (Literalist) Anlayış ve Yorum Katılığı

Haricîler Kur’an’ı zahirî (literal) anlamıyla yorumlamış, bağlam, tarihî zemin ve maksadı göz önünde bulundurmaksızın ayetlerin doğrudan anlamlarını esas almışlardır. Özellikle:

   “Lâ hukme illâ li’llâh”,

v  “Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse…” gibi ayetler zahirî anlamıyla alınıp siyasi kararlar için doğrudan hüküm vesilesi yapılmıştır.

Bu durum:

«  Kur’an’ın çok boyutlu mesajının daraltılmasına,
«  Te’vil ve içtihadın reddine,
«  Şeriatın indirgemeci bir yorumuna sebep olmuştur.

3. Tekfir Eğilimi ve Katı Sınır Çizgileri

Haricî zihniyet, iman dairesine girmeyi zor, çıkmayı ise çok kolay gören bir anlayış geliştirir. Büyük günah işleyenlerin tekfir edilmesi bu yaklaşımın sonucudur. Bu düşünce, sadece bireyleri değil, toplumun çoğunluğunu da dışlayacak şekilde genişletilmiş; kendi dışındaki tüm Müslümanlara karşı cihadı meşru gören bir tutuma bürünmüştür.

Bu tekfirci yaklaşım, Haricîlerde:

Ø  Biz ve onlar ayrımını keskinleştirmiş,
Ø  Sosyal ilişkilerde dışlayıcılığı derinleştirmiştir.

4. Radikal Siyasal Muhalefet ve İsyan Eğilimi

Haricî zihniyetin bir diğer belirgin yönü, meşru otoriteye karşı radikal ve devrimci tutumudur. Onlara göre bir yönetici (imam) adaletten saptığı anda görevden alınmalı, hatta öldürülmelidir. Bu durum, Haricîlerin sık sık ayaklanmalara girişmesini ve merkezî otoriteyle sürekli çatışma hâlinde olmasını açıklamaktadır.

Bu tavır, Haricîliği bir mezhep olmanın ötesinde:

«  Siyasal protesto hareketi,
«  Devlet karşıtı örgütlenme formuna da dönüştürmüştür.

5. Elitist ve Seçilmiş Topluluk Bilinci

Haricîler, kendilerini iman ve amel bakımından toplumun geri kalanından üstün görmüşlerdir. Onlara göre: Gerçek mümin sadece Haricî cemaattir.

Bu anlayış, onların kendi içlerinde güçlü bir aidiyet duygusu geliştirmelerine; fakat aynı zamanda diğer Müslümanlardan tecrit olmalarına yol açmıştır.

Bu seçilmişlik hissi:

  • ­   Dışlayıcı cemaat yapısına,
  • ­   Misyonerlik ruhuna,
  • ­   Toplumsal yalnızlığa ve kopuşa zemin hazırlamıştır.

 6. Cemaatten Kopuş ve Tecrit Anlayışı

Haricî zihniyet, toplumu “iman ehli” ve “küfür ehli” diye kesin çizgilerle ayırır. Bu çizgiler, ibadet, evlilik, selamlaşma, cenaze gibi gündelik sosyal hayatı da kapsar. Haricîler, küfür ehli olarak gördükleriyle evlenmeyi, alışveriş yapmayı, dostluk kurmayı meşru görmemiştir.

Bu, zamanla:

  • ­   Toplumdan izolasyon,
  • ­   Cemaat ruhunun zayıflaması,
  • ­   Sosyal yalnızlık doğurmuştur.

7. Kadın ve Çocuklara Dahi Uygulanan Dışlayıcılık

Bazı Haricî fırkalar (özellikle Ezârika), sadece günah işleyen erkekleri değil, onların kadın ve çocuklarını da hedef almışlardır. Bu, Haricî zihniyetin ne denli radikal ve totaliter olduğunu ortaya koyar.

2.4. Hâricîlerin Kur’an’a Bakışı

Kur’an, bütün İslami mezheplerin en temel referans kaynağıdır. Ancak Haricîler için Kur’an, sadece ilahi bir rehber değil; her bir hükmüyle birebir uygulanması zorunlu, herhangi bir yoruma ve içtihada açık olmayan mutlak, literal ve değişmez bir anayasa niteliğindedir. Bu yaklaşım, Haricîlerin diğer mezheplerden hem yöntem hem de sonuç açısından keskin şekilde ayrılmasına neden olmuştur.

1. Zahircilik (Literalizm): Ayetlerin Bağlamsız Yorumu

Haricîler, Kur’an ayetlerini bağlamı, nüzul sebebi, muhatabı ve tarihî zemininden kopuk şekilde zahirî (literal) anlamlarıyla ele almışlardır. Yani, ayetin indirildiği ortamı, muhatap grubunu ya da uygulama şeklini göz ardı ederek; yalnızca lafızdan yola çıkarak hüküm vermişlerdir.

Örnek: “Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” (Mâide 5/44)

Bu ayet, bağlamında Ehl-i Kitap için inmiş olmasına rağmen, Haricîler bu hükmü tüm Müslüman yöneticilere teşmil etmiş ve Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen Müslümanları tekfir etmişlerdir.

2. Kur’an’ı Siyaset Üstü Değil, Siyasi Araç Olarak Kullanma

Kur’an’ı tüm hükümleriyle doğrudan bugünün toplumsal ve siyasi hayatına uygulamak isteyen Haricîler, bu çerçevede ayetleri siyasal mücadelelerinin meşruiyet kaynağı olarak görmüşlerdir. Özellikle:

v  İmamet,
v  Adalet,
v  Günah,
v  Kâfir–mümin ayrımı gibi konularda Kur’an’daki bazı ayetleri sloganlaştırmışlardır.

Bu yönüyle Haricîlik, teolojik bir metni ideolojik bir araç haline getirmiştir.

3. Kur’an’ın “Hakem”liğini Mutlaklaştırma

Haricîlerin ünlü sloganı: “Lâ hukme illâ li’llâh” – Hüküm yalnızca Allah’a aittir.

Bu ayeti (En‘âm 6/57 ve Yusuf 12/40) sadece bir iman ilkesi olarak değil, aynı zamanda hukuki, siyasi ve toplumsal tüm karar süreçlerinin Allah’a bırakılması gerektiği şeklinde anlamışlardır. Bu sebeple Sıffin Savaşı’ndaki hakem olayı, onlar açısından “beşerin Allah’ın yerine hükmetmesi” anlamına geldiğinden dolayı şirk sayılmış ve Hz. Ali bu sebeple tekfir edilmiştir.

4. İçtihada, Rey’e ve Hadis’e Mesafeli Duruş

Haricîler, Kur’an dışında kalan diğer bilgi kaynaklarına (sünnet, sahabe icması, içtihat, kıyas, re’y) genelde şüpheyle yaklaşmışlardır.

 

 Özellikle:

v  Hadislerin rivayet zincirine güvenmemiş,
v  Sahabeye mutlak güveni reddetmiş,
v  Sadece “Allah’ın sözü” olan Kur’an’ı referans almışlardır.

Bu da onların Kur’an dışı bilgi kaynaklarına kapalı bir anlayış geliştirmelerine sebep olmuştur. Ancak bu tutum, zamanla kendi içlerinde de farklılıklar doğurmuş; bazı Haricî fırkalar daha mutedil bir sünnet anlayışı benimsemiştir (örneğin İbâziyye).

5. Kur’an’ın Evrensel Uygulama Talebi

Haricîlere göre Kur’an’ın her hükmü:

Ø  Evrenseldir,
Ø  Zaman üstüdür,
Ø  Yoruma değil itaate uygundur.

Bu anlayış, onların Kur’an’ı yaşayan bir metin değil; dondurulmuş ve tarihselliğinden soyutlanmış bir yasa metni gibi okumalarına yol açmıştır. Bu da Kur’an’ın indiriliş gayesinin sosyal dönüşüm yönünü göz ardı etmeleriyle sonuçlanmıştır.

6. Kur’an’la Meşruiyet Kurma: Toplum ve Bireyin Yargılanması

Haricîler, birey ya da toplumun Müslüman olup olmadığını Kur’an’da geçen emir ve yasaklara olan uyum üzerinden değerlendirmişlerdir. Bu değerlendirme:

  • ­   Adalet anlayışını katılaştırmış,
  • ­   Toplumu sürekli bir denetim altına sokmuş,
  • ­   İnanç-polisi mantığını doğurmuştur.

3. HARİCİLERİN FIRKALARA AYRILIŞI

Haricîlik, ilk çıkışında ortak bir fikir etrafında (Hz. Ali’yi tekfir ve adalet vurgusu) birleşmiş görünse de, kısa sürede kendi içinde fikirsel farklılıklar ve stratejik ayrımlar yaşamıştır. Bu durum, Haricîliğin bir mezhepten çok bir “akım” niteliği taşıdığını göstermektedir. Zamanla bu akım, farklı yorumlar ve liderler etrafında şekillenerek çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bu ayrışmada etkili olan başlıca faktörler:

«  Tekfir anlayışının sınırları,
«  Cihadın kapsamı,
«  İmametin şartları,
«  Takiyyenin kabul edilip edilmemesi gibi meseleler olmuştur.

Haricîliğin ana fırkaları aşağıda ayrıntılı biçimde ele alınmıştır:

3.1. Ezârika

Kurucusu: Nâfi‘ b. el-Ezrak (ö. 685)

Genel Özellikleri:

Ø  Ezârika, Haricîliğin en radikal ve katı koludur.
Ø  Kurucusu Nâfi‘ b. el-Ezrak, Basra çıkışlıdır ve güçlü hitabetiyle taraftar toplamıştır.
Ø  Özellikle Emevîler döneminde çeşitli isyanlara öncülük etmişlerdir.

Görüşleri:

  • ­   Büyük günah işleyen herkes kâfirdir. Bu kişilerle savaşmak farzdır.
  • ­   Kadınlar ve çocuklar da dâhil olmak üzere tüm muhalifler öldürülebilir. (Bu görüş, fırkanın ne derece sert olduğunu gösterir.)
  • ­   Kur’an dışındaki kaynaklar (hadis, sahabe görüşü) reddedilir.
  • ­   Takiyye kesinlikle haramdır.
  • ­   İmametin varlığı farz değildir; lider şart değil, topluluk cihad ile var olabilir.

Tarihi Rolü:

v  Irak ve İran bölgelerinde siyasi hareketlerde bulunmuş, Halife Abdülmelik tarafından bastırılmışlardır.
v  Ciddi bir katliam politikası uyguladıkları için Haricîliğin genel algısında radikalliğin sembolü olmuşlardır.

3.2. Necedât

Kurucusu: Necde b. Âmir el-Hanefî

Genel Özellikleri:

«  Ezârika’ya nispetle daha ılımlı bir çizgide bulunurlar.
«  Necde, başlangıçta Ezârika içinde yer almış, sonra görüş ayrılığı nedeniyle ayrılmıştır.

Görüşleri:

  • ­   Büyük günah işleyenleri doğrudan tekfir etmekten kaçınırlar. Onlara “fâsık” derler ama kâfir saymazlar.
  • ­   Kadınların öldürülmesine karşı çıkarlar.

­  Takiyyeye müsaade etmezler ama bu konuda Ezârika kadar sert değildirler.

­  Cemaatten uzak duranlara karşı daha yumuşak tavır sergilerler.

Tarihi Rolü:

Ø  Bahreyn ve Yemâme bölgelerinde faaliyet göstermişlerdir.
Ø  Necde’nin öldürülmesinden sonra fırka zayıflamış ve dağılmıştır.

3.3. Acaride

Kurucusu: Abdurrahman b. Ebzâ (veya Hâric b. Abdurrahman)

Genel Özellikleri:

v  Haricîliğin mutedil kollarından biridir.
v  En az beş alt kola ayrıldıkları bilinmektedir (Hamziyye, Hafsiyye, Meymuniyye gibi).
v  Daha çok ibadet, takva ve içe kapanıklık temelli bir hayat anlayışları vardır.

Görüşleri:

  • Kadınların imam olabileceğini kabul etmişlerdir.

  • Kadınların savaşlara katılması caizdir.

  • «  Takiyyeye cevaz verirler.

    «  Cemaate katılmayanların durumu hakkında farklı görüşler barındırırlar: Bazı kolları tekfir ederken, bazıları etmez.

Tarihi Rolü:

v  Kuzey Afrika ve Umman’da etkili olmuşlardır.
v  Günümüzde doğrudan varlık gösteren bir kol kalmamıştır, ancak düşünsel izleri bazı küçük topluluklarda yaşamaktadır.

3.4. Beyhesiyye

Kurucusu: Beyhes b. Cervâ

Genel Özellikleri:

­  Haricîliğin içinden çıkan ama daha yumuşak bir yapıya sahip koldur.

­  Ezârika’nın ve Necedât’ın radikal uygulamalarına karşı tavır geliştirmişlerdir.

Görüşleri:

«  Büyük günah işleyenler tekfir edilmez; iman dairesinden çıkmazlar.
«  Zımmîlerle (İslam hâkimiyetinde yaşayan gayrimüslimlerle) barış içinde yaşamak mümkündür.
«  Cihad konusunda sadece gerektiğinde silaha başvururlar.
«  Takiyye konusundaki görüşleri farklılık gösterir.

Tarihi Rolü:

Ø  Küçük bir fırka olarak kalmış ve tarihe karışmıştır. Ancak Haricî içindeki farklılaşmanın zenginliğini göstermesi açısından önemlidir.

3.5. Sufriyye

Kurucusu: Ziyâd b. el-Esfer

Genel Özellikleri:

v  Haricîliğin en mutedil ve sistemli kollarından biridir.
v  Basra ve Mağrib bölgesinde yayılmışlardır.
v  Zamanla İbâziyye ile karıştırılmış ancak farklı oldukları sabittir.

Görüşleri:

  • ­   Takiyyeyi meşru görürler.
  • ­   Savaşta kadın ve çocukların öldürülmesini reddederler.
  • ­   Büyük günah işleyeni tekfir etmez, duruma göre değerlendirirler.
  • ­   İmamet anlayışları ılımlıdır; mutlak şartlar aramazlar.

Tarihi Rolü:

Ø  Kuzey Afrika’da özellikle Berberî kabileler arasında taraftar bulmuşlardır.
Ø  Zamanla İbâzîliğe evrilen grupların bazıları Sufriyye kökenlidir.

4. İBAZİYYE

4.1. İsimlendirme

İbâziyye mezhebi, adını 7. yüzyılın sonlarında yaşamış olan Abdullah b. İbâz el-Murri’den alır. Ancak bu isimlendirme, tarihsel ve mezhepsel açıdan oldukça dikkatli değerlendirilmesi gereken bir konudur; çünkü İbâzîler, ne tarihsel kökenleri açısından kendilerini Haricî sayarlar ne de kendi içlerinde bu mezhebi Abdullah b. İbâz’ın görüşleriyle sınırlı tutarlar. Bu çelişki gibi görünen durum, aslında İbâzî kimliğin nasıl “öteki”leşmeden ama aykırı da kalmadan konumlandığını gösterir.

1. Mezhebin Adı: Abdullah b. İbâz’a Nisbettir

İbâzîlik, tarihsel olarak adını Abdullah b. İbâz’dan almış olsa da, mezhebin fikrî ve ilmî temellerini atan esas şahsiyet Câbir b. Zeyd’dir. Câbir b. Zeyd, Basra’da yetişmiş; sahabeyle görüşmüş ve geniş bir ilim birikimi edinmiştir. Bu anlamda, mezhebin isim babası Abdullah b. İbâz iken, esas kurucu figürü Câbir b. Zeyd’dir.

Peki neden isim olarak Abdullah b. İbâz tercih edilmiştir?

Bunun birkaç temel nedeni vardır:

Ø  Siyasi ve sosyolojik bir ihtiyaç: Câbir b. Zeyd, daha çok ilim ve fetva alanında etkiliydi. Oysa Abdullah b. İbâz, siyasi söylemleriyle öne çıkan bir figürdü. Erken dönemlerde kimlik inşası için siyasi bir öncünün ismine ihtiyaç duyulmuştur.
Ø  Geçiş figürü olması: Abdullah b. İbâz, Haricîliğin radikal unsurlarını reddetmiş ama temel prensiplerini de tamamen terk etmemiştir. Bu açıdan, Haricî geçmişle bağ kurarken ondan ayrışmanın da temsili olmuştur.
Ø  Toplum önünde meşruiyet zemini oluşturmak: Adlandırma, mezhebi bir şahsiyete nispet ederek onu hem sistemli hem de muteber kılma amacı taşır. Bu usul, diğer mezhepler için de geçerlidir (örneğin Hanefîlik, Malikîlik).

2. İbâzîlerin Kendilerini Tanımlama Biçimleri

İbâzîler, tarih boyunca “İbâzîyye” ismini benimsemekle birlikte, bu adın dışlayıcı veya hizipleştirici anlamlar taşımasından kaçınmışlardır. Özellikle:

  • ­   Haricî ya da Şurat gibi isimlendirmeleri kabul etmezler.
  • ­   Kendilerini genellikle “ahlâkî ve ilmi bir cemaat”, “gerçek müminler” veya “ehlü’l-istikâme” (doğru yol üzere olanlar) şeklinde tanımlarlar.
  • ­   İbadette, siyasette ve toplumsal hayatta mutedil olmaları sebebiyle kendilerini “ne Haricî, ne Sünnî, ne de Şiî” olarak niteleyen üçüncü bir yolun mensupları olarak sunarlar.

Bu tanımlar, sadece dış dünyaya karşı değil, içe dönük bir mezhep içi aidiyet duygusu oluşturmak için de önemlidir.

3. Haricîlikle Olan Mesafe ve Kimlik Ayrımı

Her ne kadar tarihsel kökenleri Haricîliğe dayansa da, İbâzîler:

v  Ezârika gibi radikal Haricî fırkaları açıkça reddetmişlerdir.
v  Haricîlik ile aralarına çizgi çekmek için terminolojik ayrımlara gitmişlerdir.
v  “Haricî” adının tarih boyunca olumsuz anlamlar kazanmış olmasından dolayı bu isimlendirmeyi dışlamışlardır.

Bu nedenle İbâzîler, “biz Haricî değiliz” diyerek kendilerini farklı bir çizgiye oturtmaya çalışmışlardır. Bu tavır, dışlayıcı radikalizm yerine kurumsal bir dinî topluluk olma çabasını yansıtır.

4. Mezhebi İsimlendirmede İlmî Kimlik Vurgusu

İbâzîliğin kurucusu olarak Câbir b. Zeyd’in kabul edilmesi, mezhebin:

«  İlmî geleneğe dayalı olduğunu,
«  Sahabe ile doğrudan ilişki kurduğunu,
«  Sadece siyasi değil, aynı zamanda fıkhî ve ahlâkî bir disiplin geliştirdiğini gösterir.

Bu durum, İbâzîliğin hem Haricîliğin dogmatik ve dar yorumlarını reddettiğini hem de Sünnî veya Şiî sistemlerle aynı düzlemde yer almadığını ortaya koyar.

5. Günümüzdeki Kullanımı ve Algısı

Günümüzde İbâzîler, kendilerini “İbâzî Müslümanlar” olarak tanımlamaktan çekinmezler. Ancak;

Ø  Bu isim, genellikle sosyolojik ve coğrafi bir aidiyet ifadesi olarak kullanılır.
Ø  Mezhebin ismi etrafında herhangi bir fanatizm veya taassup geliştirilmemeye özen gösterilir.
Ø  Umman, Cezayir, Tunus gibi bölgelerde İbâzîlik, mezhep olmaktan çok bir kültürel-kamusal kimlik anlamı da taşır.

4.2. İbâziyye’nin Ortaya Çıkışı

1. Tarihsel ve Siyasi Zemin

İbâzîliğin doğuşu, Hicrî I. yüzyılın sonlarına, yani miladî 7. yüzyılın ikinci yarısına dayanır. Bu dönem, İslam dünyasında ciddi siyasi çalkantıların ve mezhep farklılaşmalarının yaşandığı bir zaman dilimidir:

  • ­   Emevî yönetimi, giderek daha otoriter ve saltanat merkezli bir yapı kazanmış,
  • ­   Sıffin ve Nehrevân savaşlarının ardından Haricîlik silahlı ayaklanmalarla özdeşleşmiş,
  • ­   Toplumun bir bölümü, bu radikalleşen Haricî yapıdan rahatsız olmuş ve daha mutedil bir çözüm arayışına girmiştir.

 

İşte bu ortamda, Haricîliğin siyasal tepkiselliğini koruyan fakat fıkhî, ahlâkî ve kurumsal bakımdan daha istikrarlı bir hareket olarak İbâzîlik doğmuştur.

2. Haricîlikten Kopuş Süreci

İbâzî hareketin ortaya çıkışı, Haricîliğin içinden doğmakla birlikte, ondan belli açılardan bilinçli bir kopuş niteliği taşır. Bu kopuşun başlıca özellikleri şunlardır:

v  Şiddet ve tekfir politikaları terk edilmiş, barışçıl yöntemler benimsenmiştir.
v  Silahlı cihad yerine davet ve tebliğ esas alınmıştır.
v  Toplumsal huzur ve birlik öncelenmiştir.
v  İmametin mutlak değil, şûraya dayalı ve halk tarafından denetlenebilir bir kurum olması gerektiği savunulmuştur.

Bu yönleriyle İbâzîlik, Haricîliğin ideolojik mirasını selefi düzeyde devralmış ama metodolojik ve ahlâkî bakımdan radikalliği reddetmiştir.

3. Kurucu Figürler: Abdullah b. İbâz ve Câbir b. Zeyd

Abdullah b. İbâz (ö. yaklaşık 708)

«  Basra’da yetişmiştir.
«  Haricî isyanlarını ve aşırılıklarını eleştirmiştir.
«  Özellikle Ezârika’nın radikal yöntemlerine karşı çıkmış, toplumla uzlaşmacı bir dil kullanmıştır.
«  Siyasi olarak muhalif kalmış, ancak sivil bir dinî hareket modeli sunmuştur.

Câbir b. Zeyd (ö. 711)

Ø  Gerçek anlamda mezhebin ilmî ve fıkhî kurucusudur.
Ø  Tâbiîn nesline mensuptur, sahabenin birçok önde gelen ismiyle görüşmüştür (İbn Abbas, Aişe, Enes b. Mâlik gibi).
Ø  Mezhebin itikadî ve amelî sistematiğini oluşturmuş; Kur’an ve sünnete dayalı orta yolcu bir yöntem geliştirmiştir.
Ø  Mutezile ve Sünnî kelamcılarla benzer şekilde aklı ve istidlali önemsemiştir.

4. Sosyal ve Coğrafi Yayılımın Başlangıcı

İbâzîliğin doğduğu ilk merkez Irak’ın Basra şehridir. Bu şehir, aynı zamanda Haricîliğin de önemli bir merkezidir. Ancak zamanla İbâzî dâîleri (davetçileri):

  • ­   Umman (özellikle Nizvâ ve çevresi),
  • ­   Yemen,
  • ­   Kuzey Afrika (özellikle Cezayir’in M’zâb bölgesi, Tunus’un Cerbe adası)gibi bölgelere yayılarak yeni sosyal tabanlar oluşturmuşlardır.

Bu yayılım, silahlı isyanla değil; genellikle ilim, davet ve beytülmal gibi sosyal dayanışma kurumları aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu, İbâzîliğin barışçıl karakterini pekiştiren en önemli unsurlardandır.

5. Siyasi Söylemde Yenilik: Sükûn ve Takiyyeye Açıklık

İbâzîler, siyasi otoriteye başkaldırmak yerine “inkâr eden kalple reddetmek” gibi bir tavrı benimsediler. Bu, aktif savaş yerine sessiz protesto anlamına gelmektedir.

Ayrıca takiyye (inancını gizleme), Ehl-i Sünnet ve Haricîler arasında tartışmalı bir konu iken, İbâzîler takiyyeyi meşru bir savunma aracı olarak benimsemişlerdir. Bu da onların daha esnek, pragmatik ve toplumsal dengeyi korumaya dönük bir mezhep olduklarını gösterir.

 6. Haricî Kalıp İçinde Farklı Bir Mezhep Oluşumu

İbâzîliğin ortaya çıkışı, İslam tarihinde oldukça dikkat çekici bir fenomendir:

Ø  Haricî doktrinle başlayan bir hareket,
Ø  Kendi içinde yumuşayarak ve sistemleşerek,
Ø  Kendi mezhep yapısını kurmuştur.

Bu süreç, Haricîliğin mutlak radikalliğe mahkûm bir hareket olmadığını; doğru rehberlikle kurumsallaşabileceğini göstermesi bakımından oldukça değerlidir.

4.3. İbâziyye’nin Yayılışı

İbâzîlik, ilk ortaya çıktığı Basra çevresinden zamanla İslam coğrafyasının farklı bölgelerine yayılmış; sadece fikrî değil, sosyopolitik bir yapılanma hâline gelmiştir. Bu yayılış süreci, diğer Haricî fırkaların aksine çoğunlukla silahlı isyanlarla değil; davet, eğitim ve ticaret yoluyla gerçekleşmiştir. Bu yönüyle İbâzîlik, İslam mezhepleri arasında istisnai bir yer edinmiştir.

1. İlk Yayılım Merkezi: Basra

İbâzîliğin doğduğu yer, Irak’ın Basra şehridir. Basra, hicrî I. yüzyılda;

  • ­   Fıkıh ve kelamın geliştiği,
  • ­   Sahabe ve tâbiîn neslinin yaşadığı,
  • ­   Haricîliğin de doğup yayıldığı bir ilim ve tartışma merkezi idi.

Bu ortamda Abdullah b. İbâz ve Câbir b. Zeyd gibi öncüler, Haricîliğin şiddet yanlısı çizgisini terk ederek daha mutedil bir söylem geliştirdiler. Ancak zamanla Emevî baskılarının artmasıyla İbâzîler Basra’dan çıkmak zorunda kaldılar.

2. Umman: Mezhebin Kurumsallaştığı İlk Bölge

İbâzîliğin kalıcı ve resmî olarak yerleştiği ilk bölge Umman’dır. Buraya İbâzîlik, 8. yüzyıl başlarında İmam Cüneyd b. Cafer ve dâîler (davetçiler) aracılığıyla ulaşmıştır. Umman halkı arasında kabul görmesinin başlıca nedenleri şunlardır:

v  Merkezi otoriteden uzak coğrafi konumu,
v  Emevî yönetimine karşı hoşnutsuzluk,
v  İbâzîliğin ahlaki-dini vurgusunun halkla uyuşması.

Kurumsal Gelişim:

Ø  750 yılında ilk İbâzî İmamlığı kurulmuştur.
Ø  Bu yapı hem siyasi hem dinî yetkiye sahipti.
Ø  İmam seçiminde şûra, takva ve adalet gibi ölçütler esas alınmıştır.

Umman’da İbâzîlik, aralıklı kesintilere rağmen, günümüze kadar aralıksız devam etmiş ve bugünkü Umman Sultanlığı’nın mezhebi olmuştur.

3. Kuzey Afrika (Mağrib): Berberîler Arasında Yayılış

İbâzîlik, 8. yüzyılda İbâzî dâîleri aracılığıyla Kuzey Afrika’ya yayılmıştır. Özellikle:

  • ­   Cezayir (M’zâb Vadisi),
  • ­   Tunus (Cerbe Adası),
  • ­   Libya (Cebelü’l-Ahdar ve Cebelü’n-Nufûse bölgeleri) gibi bölgelerde Berberî kabileleri arasında tutunmuştur.

Yayılmanın Sebepleri:

«  Abbâsî ve Emevî baskılarından kaçan İbâzîlerin hicreti,
«  Yerel halkın merkezî Arap yönetimlerine karşı duyduğu tepki,
«  İbâzîliğin sade, adalet temelli ve eşitlikçi yapısının Berberî sosyal yapısına uyumu.

 Siyasi Etki:

  • ­   Rüstemîler Devleti (778–909): Cezayir’de Tahert merkezli olarak kurulmuş ve 130 yıl boyunca İbâzîliği resmî mezhep olarak benimsemiştir.
  • ­   Bu devlet, eğitim, ekonomi ve diplomasi alanlarında ileri düzeyde gelişmiş; Mağrib’de uzun süre barış ve istikrar sağlamıştır.

4. Zengibar ve Doğu Afrika’ya Uzanışı

İbâzî tüccarlar, Hint Okyanusu ticaret yolları sayesinde mezhebi:

v  Zengibar (bugünkü Tanzanya)
v  Kenya kıyıları
v  Komor Adaları gibi bölgelere taşımışlardır.

Bu yayılış, tamamen ticaret ve ahlakî temsil yoluyla olmuş; yerel halkın kültürüyle etkileşim içinde yumuşak bir İslamlaşma süreci gerçekleşmiştir. Zengibar’da 19. yüzyılda kurulan Umman kökenli sultanlıklar, İbâzîliğin hem politik hem dinî otoritesini pekiştirmiştir.

5. Mezhebin Dayanıklılığını Sağlayan Unsurlar

İbâzîliğin bu denli yayılıp uzun ömürlü olmasını sağlayan bazı temel faktörler vardır:

v  Dâîlik sistemi: Mezhep içi eğitimli davetçilerin farklı bölgelere gönderilmesi.
v  Şûraya dayalı imamet: Halka danışarak yönetim anlayışı.
v  Ahlâkî temsil: İbâzîlerin sade, dürüst ve adil yaşamları örnek olmuştur.
v  Merkezî siyasi otoritelerle çatışmaktan kaçınma: Toplumsal dengeyi ve barışı öncelemişlerdir.
v  Sosyoekonomik kurumlar: Beytülmal, eğitim ve vakıf sistemlerinin geliştirilmesi.

4.4. İbâzîlerin Temel Görüşleri

İbâzî mezhebi, hem inanç hem amel hem de toplumsal yaşam açısından kendine özgü bir sistem geliştirmiştir. Haricîliğin bazı temel ilke ve kavramlarını korumakla birlikte, onları daha uygulanabilir, mutedil ve kurumsal bir çerçeveye oturtmuştur. Bu yönüyle İbâzîlik, aşırı uçlardan uzak duran ama istikamet iddiasını sürdüren bir mezhep olarak öne çıkar.

1. İman ve Amel İlişkisi

İbâzî düşünceye göre iman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardan ibarettir. Ancak bu imanın geçerli ve devamlı olması için:

«  Amel (ibadet ve ahlakî davranışlar) da imanın tabii bir gereği sayılır.
«  Yani amel, imanın bir parçası değil ama sonucudur.

Bu konuda Haricîlik ile benzerlik:

«  Amelin terkini hafife almazlar.
«  Fâsık kimseyi imandan çıkmış saymasalar da imanının geçerliliği zayıflamıştır derler.

Bu konuda Ehl-i Sünnet’ten ayrılık:

«  Ehl-i Sünnet, imanı amel dışı tanımlar.
«  İbâzîler, imanı daha ahlâkî-sosyal bir bütünlük içinde ele alırlar.

2. Büyük Günah İşleyenlerin Durumu (El-Menzile Beyne’l-Menzileteyn’e Yakın Görüş)

İbâzî mezhebi, büyük günah işleyenin durumu hakkında ne Haricîlik kadar radikal, ne de Ehl-i Sünnet kadar bağışlayıcıdır.

v  Büyük günah işleyen kişi, Müslümandır ama hakkıyla mümin değildir.
v  Bu kişiye “el-kâfir nîmete” yani “nimet küfrü işleyen” denir. Yani küfür, inançtan değil; nimeti, yani Allah’ın emirlerini inkâr anlamındadır.
v  Fâsık, cehennemde ebedî kalmaz ama azap görmeden de kurtulmaz.

Bu tutum, Haricî tekfir anlayışına nazaran daha sosyal ve ahlâkî bir çerçevede günah algısı geliştirildiğini gösterir.

3. Takiyye (İnancı Gizleme) Anlayışı

İbâzîler, zaruret durumunda inancını gizlemeyi (takiyye) meşru görürler. Bu görüş özellikle:

Ø  İbâzîlerin Sünnî otoriteler altında yaşamak zorunda kaldığı dönemlerde geliştirilmiş ve uygulanmıştır.

Takiyye:

  • ­   Kalpteki inancın bozulmadan korunması şartıyla,
  • ­   İbâzî kimliğin açıklanmasının can, mal veya itibar açısından zarara yol açacağı durumlarda caiz görülmüştür.

Bu yönüyle İbâzîlik, hem Haricî literalizmden hem de Sünnî mutlak sadakat anlayışından ayrılır ve siyasi-ahlakî bir denge kurar.

4. İmamet Anlayışı ve Siyasi Meşruiyet

İbâzîliğe göre İslam toplumunun bir imamla yönetilmesi farzdır. Ancak bu imamın meşruiyeti aşağıdaki şartlara bağlıdır:

v  Takva sahibi olması (ahlâken örnek),
v  İlmi yeterliliğe sahip olması,
v  Halkın rızasına dayanması (biat),
v  Zulüm ve haksızlık yapmaması,
v  Görevini kötüye kullanması hâlinde görevden alınabilir olması.

İmam, sultanın değil halkın temsilcisidir. Bu yönüyle İbâzîlik, Emevî ve Abbâsî saltanat anlayışına doğrudan muhaliftir. Fakat bu muhalefet, genelde şiddetsiz ve meşru çerçevede yapılır.

5. Şûra ve Danışma Esası

İbâzî siyasi sistemi, şûraya (danışmaya) büyük önem verir. Toplumsal işlerde, özellikle imam seçimi ve önemli kararların alınmasında:

  • ­   Seçkinler meclisi (ehlü’l-hal ve’l-akd),
  • ­   Âlimler ve ileri gelenler,
  • ­   Cemaatin genel kanaati dikkate alınır.

Bu yönüyle İbâzîlik, demokratik katılıma en açık klasik mezheplerden biri olarak değerlendirilebilir.

6. Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık

İbâzîler, Kur’an’a literal değil, maksat odaklı yaklaşırlar. Ayetlerin bağlamı, amacı ve ahlâkî mesajı önemlidir.

«  Sünneti esas alırlar fakat yalnızca güvenilir sahabeden gelen rivayetleri kabul ederler.
«  Rivayet zincirinde Ehl-i Beyt’ten ya da tartışmalı sahabelerden gelen hadisler temkinle karşılanır.

Bu yönleriyle İbâzî hadis anlayışı:

Ø  Ne Haricî inkârcılığa,
Ø  Ne Şiî aşırı seçiciliğe dayanır;
Ø  Orta yolda, eleştirel bir kabul geliştirir.

7. Ahkâm ve Toplumsal Uygulamalar

Cihad:

  • ­   Salt savaşa indirgenmez.
  • ­   Öncelik davet, eğitim ve tebliğdir.
  • ­   Zorunlu hâllerde savunma amaçlı savaşa cevaz verilir.

Toplumsal yapı:

  • ­    Sadaka ve zekât, sadece fakir değil; mezhep dayanışması için de kullanılır.
  • ­   Beytülmâl aktif olarak işler; sosyal yardımlaşma, ilim halkaları, yetimhaneler bu sistemle yürütülür.

Kadın:

  • ­   Toplumda ve ilimde aktif olabilir.
  • ­   Bazı durumlarda kadının imam olabileceği dahi savunulmuştur (özellikle Acaride etkili bölgelerde).

8. Bid’at, Taklit ve Mezhepçilikten Kaçınma

İbâzîlik, bid’atlara karşı duyarlıdır. Ancak bu duyarlılık, Ehl-i Sünnet’teki gibi tören, zikir, kutlama vs. geleneklerle değil; siyasi yozlaşma, zulüm ve dinî riyanın önlenmesi üzerinden şekillenir.

v  Taklide karşıdırlar.
v  Her Müslümanın Kur’an ve sünneti öğrenerek bilinçli yaşaması gerektiğine inanırlar.
v  Diğer mezhepleri kâfir görmezler ancak kendi yollarının “istikamet” olduğunu savunurlar.

4.5. İbâziyye’nin Günümüzdeki Durumu

İbâzîlik, İslam mezhepleri içinde en eski fakat hâlâ aktif yaşayan muhalif damarlardan birini temsil etmektedir. Tarihsel kökleri Haricîliğe dayansa da, kendi içinde mutedil ve sistemli bir yapı geliştirerek hem varlığını sürdürmüş hem de çağdaş İslam toplumlarında barışçıl, dinamik ve kurumsal bir mezhep kimliği oluşturmuştur.

1. Umman’da Resmî Mezhep Statüsü

Devlet Desteği ve Sosyal Yaygınlık

  • ­   Umman Sultanlığı, İbâzîliği resmî mezhep olarak benimsemiştir.
  • ­   Toplumun yaklaşık %70-75’i İbâzî, geri kalanı Sünnî ve Şiî gruplardan oluşur.
  • ­   Umman’da devlet yönetimi, adalet ve eğitim sistemi İbâzî gelenek üzerine kuruludur.

Yönetim Anlayışı

«  Modern devlet yapısıyla klasik İbâzî imamet anlayışı arasında bir uzlaşma formülü geliştirilmiştir.
«  Umman Sultanı, hem siyasal lider hem de dinî otoriteyi temsil eder.
«  Ancak klasik anlamda şûra esaslı imamet sistemi, çağdaş monarşik yapı içinde yeniden yorumlanmıştır.

2. Kuzey Afrika’daki Varlığı

Cezayir (M’zâb Vadisi)

v  Cezayir’in güneyindeki M’zâb bölgesi, İbâzîliğin en önemli merkezlerinden biridir.
v  Burada İbâzîler kendi iç işlerinde bağımsız sayılabilecek düzeyde özerk bir cemaat düzeni kurmuşlardır.
v  M’zâb’da: Eğitim sistemi, Beytülmal uygulamaları, Ahlâkî denetim ve cemaat yapısı geleneksel şekilde devam etmektedir.

Tunus (Cerbe Adası)

Ø  Cerbe Adası’nda küçük ama köklü bir İbâzî topluluk yaşamaktadır.
Ø  İbâzîler burada vakıflar, camiler, medreseler aracılığıyla dini hayatlarını canlı tutmakta, halk arasında mezhep kimliği açık şekilde korunmaktadır.

Libya

«  Özellikle Cebelü’n-Nufûse bölgesinde İbâzî topluluklar vardır.
«  2011 sonrası iç savaş sürecinde İbâzîlerin barışçıl kimliği ön plana çıkmış, çatışmalardan uzak kalmaya çalışmışlardır.

3. Zengibar ve Doğu Afrika’da Kültürel Varlık

v  Tanzanya (özellikle Zengibar), Kenya kıyıları ve Komor Adaları gibi bölgelerde İbâzî izleri hâlâ mevcuttur.
v  Umman’ın geçmişte bu bölgelerle kurduğu denizcilik ve ticaret ilişkileri sayesinde İbâzîlik buraya taşınmıştır.
v  Bugün bu bölgelerde İbâzîlik daha çok kültürel ve tarihsel bir miras olarak yaşatılmakta, aktif dinî kimlik zayıflamıştır.

4. Eğitim, Yayın ve Kurumsallaşma Faaliyetleri

Eğitim

Ø  Umman ve Cezayir’deki İbâzî medreseler, klasik fıkıh ve kelam eğitimini sürdürmektedir.
Ø  İbâzîler, mezhepler üstü bir yaklaşımla toleranslı eğitim politikalarını benimsemişlerdir.

Akademik Yayınlar

Ø  İbâzîlik üzerine çok sayıda Arapça, Fransızca ve İngilizce kaynak yayınlanmaktadır.
Ø  Umman’da özellikle “Mecelletü’l-İbâdiyye” ve “el-Mektebetü’l-İbâdiyye” gibi yayın kuruluşları, mezhebin klasik eserlerini neşretmektedir.

Uluslararası Tanıtım

Ø  İbâzî akademisyenler son yıllarda Batı üniversitelerinde konferanslar vermekte,
Ø  Mezhebin ılımlı yüzü, hoşgörülü kimliği ön plana çıkarılmaktadır.

5. Modern Meseleler Karşısındaki Tavrı

Demokrasi ve Şûra

  • ­   İbâzîlik, klasik şûra anlayışını temel alan bir katılımcı siyaset anlayışına sahiptir.
  • ­   Bu yönüyle çağdaş siyasal sistemlerle en kolay uyum sağlayabilen mezheplerden biridir.

Kadın Hakları ve Toplumsal Katılım

  • ­   Kadınların eğitim hakkı, ekonomik ve sosyal hayata katılımı teşvik edilmektedir.
  • ­   Umman’da kadınlar devlet kurumlarında görev alabilmekte, seçme ve seçilme hakkına sahiptir.

 Mezhepler Arası İlişkiler

  • ­   İbâzîler, diğer mezheplerle ilişkilerinde uyumlu ve diyaloga açık bir yaklaşım benimserler.
  • ­   Mezhep taassubuna yer vermezler; camileri ve eğitim kurumları mezhep ayrımı gözetmeden hizmet verir.

6. Zorluklar ve Güncel Tehditler

«  Cezayir ve Libya’daki bazı aşırı Sünnî gruplar, İbâzîleri tekfir etmeye çalışmaktadır.
«  Mezhep temelli siyasi kamplaşmalar, İbâzî azınlıkların yaşadığı bölgelerde kültürel erozyon ve güvenlik sorunlarına neden olmaktadır.
«  Küresel İslam düşüncesi içinde İbâzîlik az tanınan bir gelenek olmaya devam etmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...