HARİCİLİK
1. İSİMLENDİRME
Haricî
terimi, İslam siyasi tarihinin en erken ayrılıkçı hareketlerinden biri olan
Haricilik’in isim kökünü teşkil eder. Bu kelime Arapça “خرج” (h-r-c) fiilinden türemiştir ve “çıkmak, ayrılmak” anlamına
gelir. Ancak bu çıkış sıradan bir ayrılık değil, bir otoriteye karşı siyasi ve
itikadî bir reddiyedir. Kavramın teknik anlamı, Sıffin Savaşı sonrasında Hz.
Ali’ye karşı çıkan ve “lâ hukme illâ lillah” (Hüküm yalnızca Allah’ındır)
diyerek onu hakem olayından dolayı tekfir eden grubu ifade eder.
1.1. Terimin İlk Kullanımı
“Haricî”
teriminin ilk kez bir mezhep adı olarak kullanılmaya başlanması, Haricîlerin
tarih sahnesine çıktığı Sıffin Savaşı’ndan hemen sonraki döneme rastlar. Bu
grubun, Hz. Ali’nin ordusundan ayrılması ve farklı bir siyasi duruş sergilemeleri
dolayısıyla onlara “çıkanlar” yani “Hâricûn” denmiştir. Bu isimlendirme
başlangıçta nötr bir ifade iken, zamanla özellikle Ehl-i Sünnet geleneğinde
olumsuz çağrışımlarla yüklü bir mezhep ismine dönüşmüştür.
1.2. Haricîlerin Kendi Terimleri
Haricîler,
kendilerine “Haricî” demeyi kabul etmemiştir. Bunun yerine kendi içsel
tasavvurlarını daha iyi yansıttığını düşündükleri kavramları tercih
etmişlerdir. Bunlardan en yaygın olanı “eş-Şurat” (الشرٰاة) ifadesidir. Bu kelime, “Allah yolunda canını satanlar” anlamına
gelen ve Tevbe suresi 111. ayete dayandırılan bir öz anlam taşır:
“Allah,
müminlerden mallarını ve canlarını, karşılığında onlara cennet vermek üzere
satın almıştır.” (Tevbe 9/111)
Bu
ifade, Haricîlerin kendi fedakârlıklarını, cihat anlayışlarını ve müminlik
iddialarını yüceltmeleri açısından bilinçli bir tercihtir. Kendilerini,
imanlarını amelleriyle kanıtlayan “gerçek müminler” olarak görmekteydiler. Bu
yüzden, Haricî olmak değil, “şehadet yolunun yolcusu” olmak gibi idealize
edilmiş bir kimlik inşa etmişlerdir.
1.3. Ehl-i Sünnet ve Mutezile’de
İsimlendirme
Ehl-i
Sünnet, Haricî terimini kullanırken genellikle bu mezhebi sapkınlıkla
ilişkilendirmiştir. Onlara göre Haricîler, aşırı giden, tekfirde ölçüsüz
davranan, toplumun birliğini bozan ve cemaati parçalayarak fitneye sebep olan
unsurlardır. Bu nedenle klasik kelam kitaplarında Haricîlik, bid’at ehli
sayılmış ve genellikle “Ehlu’l-bida‘ ve’l-ahvâ” (bid’at ve hevâ ehli)
kategorisinde anılmıştır.
Mutezile
ise Haricîliği, itikadî açıdan ele almış ve Haricîlerin “büyük günah”
konusundaki görüşlerine şiddetle karşı çıkmıştır. Mutezile, büyük günah
işleyeni ne mümin ne de kâfir sayarak “el-menzile beyne’l-menzileteyn” ilkesini
ortaya atarken, Haricîlerin bu kişileri doğrudan tekfir etmesini aşırılık olarak
değerlendirmiştir.
1.4. Haricîlik İçindeki Fırkaların
Kendi Adlandırmaları
Zamanla
Haricîlik içinde gelişen farklı fırkalar (Ezârika, Necedât, Acaride vb.) da
kendilerini çoğu zaman ideolojik liderlerinin ismiyle tanımlamışlardır. Bu
adlandırma yöntemi, fırkaların kendi iç yapısal farklılıklarını ve doktrin
farklarını dışa vurmak için kullanılmıştır.
Örneğin:
· Ezârika, Nâfiʿ b. el-Ezrak’ın radikal yaklaşımıyla özdeşleşirken;· Necedât, Necde b. Âmir’in daha yumuşak tavrıyla tanınmıştır.
Bu
isimlendirmeler aynı zamanda fırkaların siyasi eylem stratejilerine ve
toplumsal davranışlarına da bir işaret niteliği taşımıştır.
1.5. Modern Akademik Literatürde
İsimlendirme Tartışmaları
Modern
oryantalist ve İslam araştırmacıları arasında da Haricî isminin kullanımı
konusunda dikkatli bir yaklaşım sergilenmiştir. Bazı araştırmacılar, bu ismin
polemik içerikli bir tarihsel kullanım olduğunu ve tarafsız bir mezhep adı
olarak değerlendirilmemesi gerektiğini savunurlar. Bazıları ise “Haricîlik”
ismini, erken dönem İslam muhalefet hareketlerinin genel adı olarak
sınıflandırır ve tüm ayrılıkçı eğilimleri bu şemsiye altında değerlendirir.
2. TARİHÇESİ
Haricilik,
İslam tarihinde ortaya çıkan ilk büyük siyasi-itikadî fırka olarak kabul edilir.
Ortaya çıkışı ve gelişimi, sadece teolojik bir ayrılık değil, aynı zamanda
İslam toplumunun erken dönem siyasi yapısının çözülmeye başlamasının ve
meşruiyet krizlerinin bir tezahürüdür. Bu nedenle Haricilik, hem siyasi hem de
dinî bir hareket olarak şekillenmiştir.
2.1. Ortaya Çıkışı:
Sıffin
ve Hakem Olayı
Hariciliğin
doğuş noktası, miladi 657 yılında gerçekleşen Sıffin Savaşı ve ardından gelen
Hakem Olayıdır. Hz. Ali ile Muaviye arasında yaşanan bu savaşta, Muaviye ordusu
yenilmek üzereyken mızraklara Kur’an sayfaları takarak hakemliğe başvurmayı
teklif etmiştir. Hz. Ali, savaş meydanındaki askerlerin ısrarı üzerine hakem
teklifini kabul etmek zorunda kalmıştır.
Bu
karar, Hz. Ali’nin safında savaşan bazı kesimler tarafından ağır bir ihanet
olarak görülmüştür. Çünkü onlara göre bir beşerin hükmü değil, sadece Allah’ın
hükmü geçerli olmalıydı. Bu grup, “Lâ hukme illâ li’llâh” (Hüküm yalnız
Allah’ındır) ayetini referans göstererek Hz. Ali’nin hakemliği kabul etmesini
şirkle eşdeğer saymış ve ondan ayrılmıştır. Bu ayrılan grup tarihe Haricîler
olarak geçmiştir.
Nuhayla
İsyanı (657–658)
Hakem
olayından sonra Haricîler, Nehrevân bölgesine çekilmiş ve burada hem ideolojik
hem de siyasi olarak örgütlenmeye başlamışlardır. Hz. Ali, bu grubun itikadî
radikalliğini ve toplumu bölme riskini fark ederek onlarla görüşmeye çalışmış
ancak sonuç alamamıştır.
Sonunda
Nehrevân Savaşı (658) gerçekleşmiş ve Haricîlerin büyük bir kısmı Hz. Ali
tarafından etkisiz hâle getirilmiştir. Ancak Haricîlik fikriyat olarak yok
olmamış, tersine yer altına inerek yeni şekillerde yaşamaya devam etmiştir.
Hz.
Ali’nin Şehadeti ve Sonraki Süreç
Haricîler,
Hz. Ali’yi din dışı gördüklerinden dolayı ona suikast düzenlemeyi bir görev
bilmişlerdir. 661 yılında Haricî üyesi Abdurrahman b. Mülcem, Hz. Ali’yi sabah
namazı sırasında şehit etmiştir. Bu olay, Haricî zihniyetin radikal eylem
potansiyelini göstermesi açısından dikkat çekicidir.
Hz.
Ali’nin şehadeti sonrasında Haricîler Muaviye’ye de muhalif olmuş, ancak bu kez
daha da parçalanmış bir yapıyla farklı coğrafyalara yayılmışlardır.
Haricîliğin
Yayılması
Haricîlik,
özellikle Irak, Hicaz, Yemen ve Kuzey Afrika’da farklı zamanlarda farklı adlar
altında etkisini sürdürmüştür. Haricîler, merkezi otoritenin zayıf olduğu
alanlarda küçük cemaatler hâlinde yaşamış, bazen silahlı ayaklanmalara
kalkışmışlardır.
Özellikle
Emevîler döneminde Haricî hareketler ciddi bir tehdit hâline gelmiş;
halifelerin baskı politikalarına rağmen bastırılması kolay olmamıştır.
Haricîler zaman zaman Basra, Kûfe, İsfahan, Kirman ve Bahreyn gibi bölgelerde
denetimi ele geçirmiş, hatta kısa süreli bağımsız emirlikler bile kurmuşlardır.
Haricîliğin
Fırkalara Ayrılması
Zamanla Haricîler arasında fikir ayrılıkları baş göstermiştir. Özellikle:
- Tekfirin kapsamı,
- Büyük günah işleyenin hükmü,
- Cihat anlayışı,
- Takiyye meselesi gibi konular fırkalaşmanın zemini olmuştur.
Abbasîler
Döneminde Haricîlik
Abbasî
halifeleri de Haricîliği ciddi bir tehdit olarak görmüş ve baskı altına almaya
çalışmıştır. Özellikle Halife Mansur ve Mehdî dönemlerinde Haricî isyanları
bastırılmış, liderleri öldürülmüş, taraftarları sürgün edilmiştir. Ancak
Haricîlik, zayıflasa da tamamen yok olmamış; zamanla daha mutedil yorumlar
geliştirmiştir.
Haricîliğin
İbâzîliğe Evrimi
8.yüzyılın
sonlarına doğru Haricîlik, daha mutedil bir çizgide yeniden örgütlenerek
İbâziyye adı altında müstakil bir mezhebe dönüşmüştür. Bu dönüşüm, özellikle
Umman, Cezayir ve Zengibar gibi bölgelerde kurumsal bir dinî yapı hâline
gelmiştir. İbâzîler Haricî olarak anılmayı reddetmiş, kendilerini bir “ılımlı
muhalefet” olarak konumlandırmışlardır.
2.2. Haricîliğin Temel Görüşleri
Haricîlik,
İslam düşünce tarihinde radikal yorumları ve katı dini tavrıyla bilinen bir
mezheptir. Haricîlerin temel görüşleri, iman, amel, günah, imamet, toplum
düzeni ve cihat gibi birçok alana yayılır. Bu görüşler onların teolojik
kimliğini belirlediği gibi, siyasi ve toplumsal hareket tarzlarını da
şekillendirmiştir.
1.
İman ve Amel Bütünlüğü
Haricî
düşüncenin en belirgin vasıflarından biri, iman ile ameli ayrılmaz bir bütün
olarak görmeleridir. Onlara göre amel, imanın ayrılmaz bir parçasıdır. Kişi
sadece Allah’a inanmakla mümin olamaz; bu inancını salih amellerle ispat etmek
zorundadır. Bu yüzden ibadetleri ihmal eden, büyük günah işleyen kimseler
sadece fasık değil, doğrudan kâfir sayılır.
Bu
anlayış, Ehl-i Sünnet ve Mutezile gibi diğer fırkaların “fasıklık” kavramından
çok daha serttir. Haricîlere göre:
“Namazı
terk eden, orucu tutmayan veya faizle iş yapan bir kişi mümindir” denemez. Bu
kişi küfre düşmüş olur.
Bu
görüş, Kur’an’da geçen şu ayetle temellendirilir:
“Kim
Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”
(Mâide 5/44)
2.
Büyük Günah Küfürdür (Tekfir Doktrini)
Haricî
düşüncede “büyük günah” (kebâir) meselesi merkezî bir öneme sahiptir. Onlara
göre;
- Zinâ,
- Hırsızlık,
- Yalan yere şahitlik,
Adam öldürme gibi büyük günahları
işleyen kimse imandan çıkmış ve küfre girmiştir.
Bu
sebeple günahkâr bir Müslüman, toplumdan dışlanmalı, hatta bazı Haricî gruplara
göre öldürülmelidir. Bu anlayış zamanla “tekfir doktrini”ni doğurmuş ve İslam
tarihinde radikal dini yapılanmaların zeminini oluşturmuştur.
3.
Adaletli ve Takva Sahibi İmam Zorunluluğu
Haricîlere göre imam (devlet başkanı) seçimi şarttır. Ancak bu imam mutlaka:
- Takva sahibi,
- Zalim olmayan,
- Adaleti ayakta tutan biri olmalıdır.
İmam seçiminde Kureyşîlik şartı aranmaz. Hatta isterse bir köle bile bu şartları taşıyorsa imam olabilir. Bu görüş, dönemin Arap toplumuna karşı oldukça devrimci bir duruş sergiler.
Ancak
Haricîler, seçilen imamın adaletten sapması veya günah işlemesi hâlinde, onun
görevden alınması değil, öldürülmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu fikir,
Haricîlerin sürekli başkaldırılar içinde olmalarının da temel nedenidir.
4.
İtaat Yalnızca Allah’a ve Kur’an’a Olur
Haricîler,
mutlak itaatin yalnızca Allah’a ve O’nun kitabı Kur’an’a olması gerektiğini
savunurlar. İnsan otoritelerine, özellikle günah işleyen yöneticilere boyun
eğmeyi reddederler. Bu görüş, onların “siyasi muhalefet” anlayışının temelini
oluşturur.
Hz.
Ali’nin hakem olayını kabul etmesi bile onlar için yeterli bir küfür sebebidir;
çünkü bu, beşerî bir hükmü Allah’ın hükmüne tercih etmektir.
5.
Hüküm Yalnızca Allah’ındır (Hakemliği Reddetme)
Haricî
hareketin doğmasına sebep olan en önemli sloganlardan biri şudur:
“Lâ
hukme illâ li’llâh” – Hüküm yalnız Allah’ındır.
Bu
ayet (En‘âm 6/57 ve Yusuf 12/40) onların siyasal ve teolojik sloganı hâline
gelmiştir. Hakem olayına karşı çıkışları, bu ayetin literal bir yorumuna
dayanır. Onlara göre insanlar kendi aralarında hakem tayin ederek Allah’ın
hükmünü hiçe saymışlardır.
6.
Cihad Anlayışı
Haricîler cihadı sadece savunma amaçlı değil, itikadî ve siyasi temizlik aracı olarak görmüşlerdir. Onlara göre
- Kâfirle savaşmak farzdır.
- Kâfir saydıkları Müslümanlara karşı da silahlı mücadele caizdir.
- Hatta kadın ve çocuklar bile bu savaşın meşru hedefi olabilir (özellikle Ezârika gibi radikal kollar bu görüştedir).
Bu
radikal cihad anlayışı, Haricîleri tarihte birçok ayaklanma ve isyanın öncüsü
hâline getirmiştir.
7.
Takiyye’ye Karşı Tavır
Birçok
Haricî fırka, takiyyeyi (inancını gizlemeyi) caiz görmemiştir. Özellikle
Ezârika gibi gruplar için hakikatin açıkça savunulması, cihat kadar önemlidir.
Ancak mutedil Haricî fırkalar (örneğin İbâziyye ve Sufriyye), bazı durumlarda
takiyyeyi makul görebilmişlerdir.
8.
Cemaat ve İttihad Karşıtlığı
Haricîler,
çoğunlukla toplumsal birlik (cemaat) kavramına karşı mesafelidir. Onlara göre
çoğunluğun görüşü değil, hakikatin ölçüsü belirleyicidir. Bu yüzden onlar,
cemaatin dışında kalan, azınlık ama “hak üzere olan” bir topluluk olmayı
seçmişlerdir. Bu tutum, onların “tek doğru bizde” anlayışını ve kendilerine has
“elita” bilincini pekiştirmiştir.
2.3. Haricî Zihniyetin Bazı Belirgin
Özellikleri
Haricîlik,
İslam tarihinde sadece bir mezhebi akım değil, aynı zamanda kendine has bir
zihniyet inşasıdır. Bu zihniyet; dünyaya, otoriteye, topluma ve dinî değerlere
bakışta radikal, katı ve dışlayıcı çizgilere sahiptir. Aşağıda bu zihniyetin
temel belirleyicileri ayrıntılı olarak ele alınmaktadır:
1.
Mutlak Hakikat ve Doğruluk Anlayışı
Haricî zihniyetin merkezinde mutlak doğruluk iddiası yer alır. Kendi görüşlerini Allah’ın muradıyla eşdeğer gören Haricîler, yalnızca kendi anladıkları hakikati “mutlak doğru” olarak kabul etmişlerdir. Diğer mezhep, grup ve bireyleri ise sapkınlıkla ya da küfürle itham etmişlerdir.
Bu durum, Haricîlerde:
- Eleştiriye kapalılık,
- İçtihada sınırlı alan tanıma,
- Farklı yorumlara tahammülsüzlük
gibi sonuçlar doğurmuştur.
Bu
bağlamda Haricîlik, çok sesliliğe karşı olan tekçi bir zihniyet üretmiştir.
2.
Zahirî (Literalist) Anlayış ve Yorum Katılığı
Haricîler
Kur’an’ı zahirî (literal) anlamıyla yorumlamış, bağlam, tarihî zemin ve maksadı
göz önünde bulundurmaksızın ayetlerin doğrudan anlamlarını esas almışlardır.
Özellikle:
“Lâ hukme illâ li’llâh”,
Bu
durum:
« Te’vil ve içtihadın reddine,
« Şeriatın indirgemeci bir yorumuna sebep olmuştur.
3.
Tekfir Eğilimi ve Katı Sınır Çizgileri
Haricî
zihniyet, iman dairesine girmeyi zor, çıkmayı ise çok kolay gören bir anlayış
geliştirir. Büyük günah işleyenlerin tekfir edilmesi bu yaklaşımın sonucudur.
Bu düşünce, sadece bireyleri değil, toplumun çoğunluğunu da dışlayacak şekilde
genişletilmiş; kendi dışındaki tüm Müslümanlara karşı cihadı meşru gören bir
tutuma bürünmüştür.
Bu
tekfirci yaklaşım, Haricîlerde:
Ø Sosyal ilişkilerde dışlayıcılığı derinleştirmiştir.
4.
Radikal Siyasal Muhalefet ve İsyan Eğilimi
Haricî
zihniyetin bir diğer belirgin yönü, meşru otoriteye karşı radikal ve devrimci
tutumudur. Onlara göre bir yönetici (imam) adaletten saptığı anda görevden
alınmalı, hatta öldürülmelidir. Bu durum, Haricîlerin sık sık ayaklanmalara
girişmesini ve merkezî otoriteyle sürekli çatışma hâlinde olmasını
açıklamaktadır.
Bu
tavır, Haricîliği bir mezhep olmanın ötesinde:
« Devlet karşıtı örgütlenme formuna da dönüştürmüştür.
5.
Elitist ve Seçilmiş Topluluk Bilinci
Haricîler,
kendilerini iman ve amel bakımından toplumun geri kalanından üstün
görmüşlerdir. Onlara göre: Gerçek mümin sadece Haricî cemaattir.
Bu
anlayış, onların kendi içlerinde güçlü bir aidiyet duygusu geliştirmelerine;
fakat aynı zamanda diğer Müslümanlardan tecrit olmalarına yol açmıştır.
Bu
seçilmişlik hissi:
- Dışlayıcı cemaat yapısına,
- Misyonerlik ruhuna,
- Toplumsal yalnızlığa ve kopuşa
zemin hazırlamıştır.
6. Cemaatten Kopuş ve Tecrit Anlayışı
Haricî
zihniyet, toplumu “iman ehli” ve “küfür ehli” diye kesin çizgilerle ayırır. Bu
çizgiler, ibadet, evlilik, selamlaşma, cenaze gibi gündelik sosyal hayatı da
kapsar. Haricîler, küfür ehli olarak gördükleriyle evlenmeyi, alışveriş
yapmayı, dostluk kurmayı meşru görmemiştir.
Bu,
zamanla:
- Toplumdan izolasyon,
- Cemaat ruhunun zayıflaması,
- Sosyal yalnızlık doğurmuştur.
7.
Kadın ve Çocuklara Dahi Uygulanan Dışlayıcılık
Bazı
Haricî fırkalar (özellikle Ezârika), sadece günah işleyen erkekleri değil,
onların kadın ve çocuklarını da hedef almışlardır. Bu, Haricî zihniyetin ne
denli radikal ve totaliter olduğunu ortaya koyar.
2.4. Hâricîlerin Kur’an’a Bakışı
Kur’an,
bütün İslami mezheplerin en temel referans kaynağıdır. Ancak Haricîler için
Kur’an, sadece ilahi bir rehber değil; her bir hükmüyle birebir uygulanması
zorunlu, herhangi bir yoruma ve içtihada açık olmayan mutlak, literal ve
değişmez bir anayasa niteliğindedir. Bu yaklaşım, Haricîlerin diğer
mezheplerden hem yöntem hem de sonuç açısından keskin şekilde ayrılmasına neden
olmuştur.
1.
Zahircilik (Literalizm): Ayetlerin Bağlamsız Yorumu
Haricîler,
Kur’an ayetlerini bağlamı, nüzul sebebi, muhatabı ve tarihî zemininden kopuk
şekilde zahirî (literal) anlamlarıyla ele almışlardır. Yani, ayetin indirildiği
ortamı, muhatap grubunu ya da uygulama şeklini göz ardı ederek; yalnızca
lafızdan yola çıkarak hüküm vermişlerdir.
Örnek:
“Kim Allah’ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.”
(Mâide 5/44)
Bu
ayet, bağlamında Ehl-i Kitap için inmiş olmasına rağmen, Haricîler bu hükmü tüm
Müslüman yöneticilere teşmil etmiş ve Allah’ın hükmüyle hükmetmeyen Müslümanları
tekfir etmişlerdir.
2.
Kur’an’ı Siyaset Üstü Değil, Siyasi Araç Olarak Kullanma
Kur’an’ı
tüm hükümleriyle doğrudan bugünün toplumsal ve siyasi hayatına uygulamak
isteyen Haricîler, bu çerçevede ayetleri siyasal mücadelelerinin meşruiyet
kaynağı olarak görmüşlerdir. Özellikle:
v Adalet,
v Günah,
v Kâfir–mümin ayrımı gibi konularda Kur’an’daki bazı ayetleri sloganlaştırmışlardır.
Bu
yönüyle Haricîlik, teolojik bir metni ideolojik bir araç haline getirmiştir.
3.
Kur’an’ın “Hakem”liğini Mutlaklaştırma
Haricîlerin
ünlü sloganı: “Lâ hukme illâ li’llâh” – Hüküm yalnızca Allah’a aittir.
Bu
ayeti (En‘âm 6/57 ve Yusuf 12/40) sadece bir iman ilkesi olarak değil, aynı
zamanda hukuki, siyasi ve toplumsal tüm karar süreçlerinin Allah’a bırakılması
gerektiği şeklinde anlamışlardır. Bu sebeple Sıffin Savaşı’ndaki hakem olayı,
onlar açısından “beşerin Allah’ın yerine hükmetmesi” anlamına geldiğinden
dolayı şirk sayılmış ve Hz. Ali bu sebeple tekfir edilmiştir.
4.
İçtihada, Rey’e ve Hadis’e Mesafeli Duruş
Haricîler,
Kur’an dışında kalan diğer bilgi kaynaklarına (sünnet, sahabe icması, içtihat,
kıyas, re’y) genelde şüpheyle yaklaşmışlardır.
Özellikle:
v Sahabeye mutlak güveni reddetmiş,
v Sadece “Allah’ın sözü” olan Kur’an’ı referans almışlardır.
Bu
da onların Kur’an dışı bilgi kaynaklarına kapalı bir anlayış geliştirmelerine
sebep olmuştur. Ancak bu tutum, zamanla kendi içlerinde de farklılıklar
doğurmuş; bazı Haricî fırkalar daha mutedil bir sünnet anlayışı benimsemiştir
(örneğin İbâziyye).
5.
Kur’an’ın Evrensel Uygulama Talebi
Haricîlere
göre Kur’an’ın her hükmü:
Ø Zaman üstüdür,
Ø Yoruma değil itaate uygundur.
Bu
anlayış, onların Kur’an’ı yaşayan bir metin değil; dondurulmuş ve
tarihselliğinden soyutlanmış bir yasa metni gibi okumalarına yol açmıştır. Bu
da Kur’an’ın indiriliş gayesinin sosyal dönüşüm yönünü göz ardı etmeleriyle
sonuçlanmıştır.
6.
Kur’an’la Meşruiyet Kurma: Toplum ve Bireyin Yargılanması
Haricîler,
birey ya da toplumun Müslüman olup olmadığını Kur’an’da geçen emir ve yasaklara
olan uyum üzerinden değerlendirmişlerdir. Bu değerlendirme:
- Adalet anlayışını katılaştırmış,
- Toplumu sürekli bir denetim altına
sokmuş,
- İnanç-polisi mantığını
doğurmuştur.
3. HARİCİLERİN FIRKALARA AYRILIŞI
Haricîlik,
ilk çıkışında ortak bir fikir etrafında (Hz. Ali’yi tekfir ve adalet vurgusu)
birleşmiş görünse de, kısa sürede kendi içinde fikirsel farklılıklar ve
stratejik ayrımlar yaşamıştır. Bu durum, Haricîliğin bir mezhepten çok bir
“akım” niteliği taşıdığını göstermektedir. Zamanla bu akım, farklı yorumlar ve
liderler etrafında şekillenerek çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bu ayrışmada
etkili olan başlıca faktörler:
« Cihadın kapsamı,
« İmametin şartları,
« Takiyyenin kabul edilip edilmemesi gibi meseleler olmuştur.
Haricîliğin
ana fırkaları aşağıda ayrıntılı biçimde ele alınmıştır:
3.1. Ezârika
Kurucusu: Nâfi‘ b. el-Ezrak (ö. 685)
Genel
Özellikleri:
Ø Kurucusu Nâfi‘ b. el-Ezrak, Basra çıkışlıdır ve güçlü hitabetiyle taraftar toplamıştır.
Ø Özellikle Emevîler döneminde çeşitli isyanlara öncülük etmişlerdir.
Görüşleri:
- Büyük günah işleyen herkes
kâfirdir. Bu kişilerle savaşmak farzdır.
- Kadınlar ve çocuklar da dâhil
olmak üzere tüm muhalifler öldürülebilir. (Bu görüş, fırkanın ne derece sert
olduğunu gösterir.)
- Kur’an dışındaki kaynaklar (hadis,
sahabe görüşü) reddedilir.
- Takiyye kesinlikle haramdır.
- İmametin varlığı farz değildir;
lider şart değil, topluluk cihad ile var olabilir.
Tarihi
Rolü:
v Ciddi bir katliam politikası uyguladıkları için Haricîliğin genel algısında radikalliğin sembolü olmuşlardır.
3.2. Necedât
Kurucusu: Necde b. Âmir el-Hanefî
Genel
Özellikleri:
« Necde, başlangıçta Ezârika içinde yer almış, sonra görüş ayrılığı nedeniyle ayrılmıştır.
Görüşleri:
- Büyük günah işleyenleri doğrudan
tekfir etmekten kaçınırlar. Onlara “fâsık” derler ama kâfir saymazlar.
- Kadınların öldürülmesine karşı
çıkarlar.
Takiyyeye müsaade etmezler ama bu
konuda Ezârika kadar sert değildirler.
Cemaatten uzak duranlara karşı
daha yumuşak tavır sergilerler.
Tarihi
Rolü:
Ø Necde’nin öldürülmesinden sonra fırka zayıflamış ve dağılmıştır.
3.3. Acaride
Kurucusu: Abdurrahman b. Ebzâ (veya Hâric
b. Abdurrahman)
Genel
Özellikleri:
v En az beş alt kola ayrıldıkları bilinmektedir (Hamziyye, Hafsiyye, Meymuniyye gibi).
v Daha çok ibadet, takva ve içe kapanıklık temelli bir hayat anlayışları vardır.
Görüşleri:
- Kadınların imam olabileceğini kabul etmişlerdir.
- Kadınların savaşlara katılması caizdir.
-
« Takiyyeye cevaz verirler.
« Cemaate katılmayanların durumu hakkında farklı görüşler barındırırlar: Bazı kolları tekfir ederken, bazıları etmez.
Tarihi
Rolü:
v Günümüzde doğrudan varlık gösteren bir kol kalmamıştır, ancak düşünsel izleri bazı küçük topluluklarda yaşamaktadır.
3.4. Beyhesiyye
Kurucusu:
Beyhes b. Cervâ
Genel
Özellikleri:
Haricîliğin içinden çıkan ama daha
yumuşak bir yapıya sahip koldur.
Ezârika’nın ve Necedât’ın radikal
uygulamalarına karşı tavır geliştirmişlerdir.
Görüşleri:
« Zımmîlerle (İslam hâkimiyetinde yaşayan gayrimüslimlerle) barış içinde yaşamak mümkündür.
« Cihad konusunda sadece gerektiğinde silaha başvururlar.
« Takiyye konusundaki görüşleri farklılık gösterir.
Tarihi
Rolü:
3.5. Sufriyye
Kurucusu: Ziyâd b. el-Esfer
Genel
Özellikleri:
v Basra ve Mağrib bölgesinde yayılmışlardır.
v Zamanla İbâziyye ile karıştırılmış ancak farklı oldukları sabittir.
Görüşleri:
- Takiyyeyi meşru görürler.
- Savaşta kadın ve çocukların
öldürülmesini reddederler.
- Büyük günah işleyeni tekfir etmez,
duruma göre değerlendirirler.
- İmamet anlayışları ılımlıdır;
mutlak şartlar aramazlar.
Tarihi
Rolü:
Ø Zamanla İbâzîliğe evrilen grupların bazıları Sufriyye kökenlidir.
4. İBAZİYYE
4.1. İsimlendirme
İbâziyye
mezhebi, adını 7. yüzyılın sonlarında yaşamış olan Abdullah b. İbâz
el-Murri’den alır. Ancak bu isimlendirme, tarihsel ve mezhepsel açıdan oldukça
dikkatli değerlendirilmesi gereken bir konudur; çünkü İbâzîler, ne tarihsel
kökenleri açısından kendilerini Haricî sayarlar ne de kendi içlerinde bu
mezhebi Abdullah b. İbâz’ın görüşleriyle sınırlı tutarlar. Bu çelişki gibi
görünen durum, aslında İbâzî kimliğin nasıl “öteki”leşmeden ama aykırı da
kalmadan konumlandığını gösterir.
1.
Mezhebin Adı: Abdullah b. İbâz’a Nisbettir
İbâzîlik,
tarihsel olarak adını Abdullah b. İbâz’dan almış olsa da, mezhebin fikrî ve
ilmî temellerini atan esas şahsiyet Câbir b. Zeyd’dir. Câbir b. Zeyd, Basra’da
yetişmiş; sahabeyle görüşmüş ve geniş bir ilim birikimi edinmiştir. Bu anlamda,
mezhebin isim babası Abdullah b. İbâz iken, esas kurucu figürü Câbir b.
Zeyd’dir.
Peki
neden isim olarak Abdullah b. İbâz tercih edilmiştir?
Bunun
birkaç temel nedeni vardır:
Ø Geçiş figürü olması: Abdullah b. İbâz, Haricîliğin radikal unsurlarını reddetmiş ama temel prensiplerini de tamamen terk etmemiştir. Bu açıdan, Haricî geçmişle bağ kurarken ondan ayrışmanın da temsili olmuştur.
Ø Toplum önünde meşruiyet zemini oluşturmak: Adlandırma, mezhebi bir şahsiyete nispet ederek onu hem sistemli hem de muteber kılma amacı taşır. Bu usul, diğer mezhepler için de geçerlidir (örneğin Hanefîlik, Malikîlik).
2.
İbâzîlerin Kendilerini Tanımlama Biçimleri
İbâzîler,
tarih boyunca “İbâzîyye” ismini benimsemekle birlikte, bu adın dışlayıcı veya
hizipleştirici anlamlar taşımasından kaçınmışlardır. Özellikle:
- Haricî ya da Şurat gibi isimlendirmeleri
kabul etmezler.
- Kendilerini genellikle “ahlâkî ve ilmi bir
cemaat”, “gerçek müminler” veya “ehlü’l-istikâme” (doğru yol üzere olanlar)
şeklinde tanımlarlar.
- İbadette, siyasette ve toplumsal hayatta
mutedil olmaları sebebiyle kendilerini “ne Haricî, ne Sünnî, ne de Şiî” olarak
niteleyen üçüncü bir yolun mensupları olarak sunarlar.
Bu
tanımlar, sadece dış dünyaya karşı değil, içe dönük bir mezhep içi aidiyet
duygusu oluşturmak için de önemlidir.
3.
Haricîlikle Olan Mesafe ve Kimlik Ayrımı
Her
ne kadar tarihsel kökenleri Haricîliğe dayansa da, İbâzîler:
v Haricîlik ile aralarına çizgi çekmek için terminolojik ayrımlara gitmişlerdir.
v “Haricî” adının tarih boyunca olumsuz anlamlar kazanmış olmasından dolayı bu isimlendirmeyi dışlamışlardır.
Bu
nedenle İbâzîler, “biz Haricî değiliz” diyerek kendilerini farklı bir çizgiye
oturtmaya çalışmışlardır. Bu tavır, dışlayıcı radikalizm yerine kurumsal bir
dinî topluluk olma çabasını yansıtır.
4.
Mezhebi İsimlendirmede İlmî Kimlik Vurgusu
İbâzîliğin
kurucusu olarak Câbir b. Zeyd’in kabul edilmesi, mezhebin:
« Sahabe ile doğrudan ilişki kurduğunu,
« Sadece siyasi değil, aynı zamanda fıkhî ve ahlâkî bir disiplin geliştirdiğini gösterir.
Bu
durum, İbâzîliğin hem Haricîliğin dogmatik ve dar yorumlarını reddettiğini hem
de Sünnî veya Şiî sistemlerle aynı düzlemde yer almadığını ortaya koyar.
5.
Günümüzdeki Kullanımı ve Algısı
Günümüzde
İbâzîler, kendilerini “İbâzî Müslümanlar” olarak tanımlamaktan çekinmezler.
Ancak;
Ø Mezhebin ismi etrafında herhangi bir fanatizm veya taassup geliştirilmemeye özen gösterilir.
Ø Umman, Cezayir, Tunus gibi bölgelerde İbâzîlik, mezhep olmaktan çok bir kültürel-kamusal kimlik anlamı da taşır.
4.2. İbâziyye’nin Ortaya Çıkışı
1.
Tarihsel ve Siyasi Zemin
İbâzîliğin
doğuşu, Hicrî I. yüzyılın sonlarına, yani miladî 7. yüzyılın ikinci yarısına
dayanır. Bu dönem, İslam dünyasında ciddi siyasi çalkantıların ve mezhep
farklılaşmalarının yaşandığı bir zaman dilimidir:
- Emevî yönetimi, giderek daha
otoriter ve saltanat merkezli bir yapı kazanmış,
- Sıffin ve Nehrevân savaşlarının
ardından Haricîlik silahlı ayaklanmalarla özdeşleşmiş,
- Toplumun bir bölümü, bu
radikalleşen Haricî yapıdan rahatsız olmuş ve daha mutedil bir çözüm arayışına
girmiştir.
İşte
bu ortamda, Haricîliğin siyasal tepkiselliğini koruyan fakat fıkhî, ahlâkî ve
kurumsal bakımdan daha istikrarlı bir hareket olarak İbâzîlik doğmuştur.
2.
Haricîlikten Kopuş Süreci
İbâzî
hareketin ortaya çıkışı, Haricîliğin içinden doğmakla birlikte, ondan belli
açılardan bilinçli bir kopuş niteliği taşır. Bu kopuşun başlıca özellikleri
şunlardır:
v Silahlı cihad yerine davet ve tebliğ esas alınmıştır.
v Toplumsal huzur ve birlik öncelenmiştir.
v İmametin mutlak değil, şûraya dayalı ve halk tarafından denetlenebilir bir kurum olması gerektiği savunulmuştur.
Bu
yönleriyle İbâzîlik, Haricîliğin ideolojik mirasını selefi düzeyde devralmış
ama metodolojik ve ahlâkî bakımdan radikalliği reddetmiştir.
3.
Kurucu Figürler: Abdullah b. İbâz ve Câbir b. Zeyd
Abdullah
b. İbâz (ö. yaklaşık 708)
« Haricî isyanlarını ve aşırılıklarını eleştirmiştir.
« Özellikle Ezârika’nın radikal yöntemlerine karşı çıkmış, toplumla uzlaşmacı bir dil kullanmıştır.
« Siyasi olarak muhalif kalmış, ancak sivil bir dinî hareket modeli sunmuştur.
Câbir
b. Zeyd (ö. 711)
Ø Tâbiîn nesline mensuptur, sahabenin birçok önde gelen ismiyle görüşmüştür (İbn Abbas, Aişe, Enes b. Mâlik gibi).
Ø Mezhebin itikadî ve amelî sistematiğini oluşturmuş; Kur’an ve sünnete dayalı orta yolcu bir yöntem geliştirmiştir.
Ø Mutezile ve Sünnî kelamcılarla benzer şekilde aklı ve istidlali önemsemiştir.
4.
Sosyal ve Coğrafi Yayılımın Başlangıcı
İbâzîliğin
doğduğu ilk merkez Irak’ın Basra şehridir. Bu şehir, aynı zamanda Haricîliğin
de önemli bir merkezidir. Ancak zamanla İbâzî dâîleri (davetçileri):
- Umman (özellikle Nizvâ ve
çevresi),
- Yemen,
- Kuzey Afrika (özellikle Cezayir’in
M’zâb bölgesi, Tunus’un Cerbe adası)gibi bölgelere yayılarak yeni sosyal
tabanlar oluşturmuşlardır.
Bu
yayılım, silahlı isyanla değil; genellikle ilim, davet ve beytülmal gibi sosyal
dayanışma kurumları aracılığıyla gerçekleşmiştir. Bu, İbâzîliğin barışçıl
karakterini pekiştiren en önemli unsurlardandır.
5.
Siyasi Söylemde Yenilik: Sükûn ve Takiyyeye Açıklık
İbâzîler,
siyasi otoriteye başkaldırmak yerine “inkâr eden kalple reddetmek” gibi bir
tavrı benimsediler. Bu, aktif savaş yerine sessiz protesto anlamına
gelmektedir.
Ayrıca
takiyye (inancını gizleme), Ehl-i Sünnet ve Haricîler arasında tartışmalı bir
konu iken, İbâzîler takiyyeyi meşru bir savunma aracı olarak benimsemişlerdir.
Bu da onların daha esnek, pragmatik ve toplumsal dengeyi korumaya dönük bir
mezhep olduklarını gösterir.
6. Haricî Kalıp İçinde Farklı Bir Mezhep Oluşumu
İbâzîliğin
ortaya çıkışı, İslam tarihinde oldukça dikkat çekici bir fenomendir:
Ø Kendi içinde yumuşayarak ve sistemleşerek,
Ø Kendi mezhep yapısını kurmuştur.
Bu
süreç, Haricîliğin mutlak radikalliğe mahkûm bir hareket olmadığını; doğru
rehberlikle kurumsallaşabileceğini göstermesi bakımından oldukça değerlidir.
4.3. İbâziyye’nin Yayılışı
İbâzîlik,
ilk ortaya çıktığı Basra çevresinden zamanla İslam coğrafyasının farklı
bölgelerine yayılmış; sadece fikrî değil, sosyopolitik bir yapılanma hâline
gelmiştir. Bu yayılış süreci, diğer Haricî fırkaların aksine çoğunlukla silahlı
isyanlarla değil; davet, eğitim ve ticaret yoluyla gerçekleşmiştir. Bu yönüyle
İbâzîlik, İslam mezhepleri arasında istisnai bir yer edinmiştir.
1.
İlk Yayılım Merkezi: Basra
İbâzîliğin
doğduğu yer, Irak’ın Basra şehridir. Basra, hicrî I. yüzyılda;
- Fıkıh ve kelamın geliştiği,
- Sahabe ve tâbiîn neslinin
yaşadığı,
- Haricîliğin de doğup yayıldığı bir
ilim ve tartışma merkezi idi.
Bu
ortamda Abdullah b. İbâz ve Câbir b. Zeyd gibi öncüler, Haricîliğin şiddet
yanlısı çizgisini terk ederek daha mutedil bir söylem geliştirdiler. Ancak
zamanla Emevî baskılarının artmasıyla İbâzîler Basra’dan çıkmak zorunda
kaldılar.
2. Umman: Mezhebin Kurumsallaştığı İlk
Bölge
İbâzîliğin
kalıcı ve resmî olarak yerleştiği ilk bölge Umman’dır. Buraya İbâzîlik, 8.
yüzyıl başlarında İmam Cüneyd b. Cafer ve dâîler (davetçiler) aracılığıyla
ulaşmıştır. Umman halkı arasında kabul görmesinin başlıca nedenleri şunlardır:
v Emevî yönetimine karşı hoşnutsuzluk,
v İbâzîliğin ahlaki-dini vurgusunun halkla uyuşması.
Kurumsal
Gelişim:
Ø Bu yapı hem siyasi hem dinî yetkiye sahipti.
Ø İmam seçiminde şûra, takva ve adalet gibi ölçütler esas alınmıştır.
Umman’da
İbâzîlik, aralıklı kesintilere rağmen, günümüze kadar aralıksız devam etmiş ve
bugünkü Umman Sultanlığı’nın mezhebi olmuştur.
3.
Kuzey Afrika (Mağrib): Berberîler Arasında Yayılış
İbâzîlik,
8. yüzyılda İbâzî dâîleri aracılığıyla Kuzey Afrika’ya yayılmıştır. Özellikle:
- Cezayir (M’zâb Vadisi),
- Tunus (Cerbe Adası),
- Libya (Cebelü’l-Ahdar ve
Cebelü’n-Nufûse bölgeleri) gibi bölgelerde Berberî kabileleri arasında
tutunmuştur.
Yayılmanın
Sebepleri:
« Yerel halkın merkezî Arap yönetimlerine karşı duyduğu tepki,
« İbâzîliğin sade, adalet temelli ve eşitlikçi yapısının Berberî sosyal yapısına uyumu.
Siyasi Etki:
- Rüstemîler Devleti (778–909):
Cezayir’de Tahert merkezli olarak kurulmuş ve 130 yıl boyunca İbâzîliği resmî
mezhep olarak benimsemiştir.
- Bu devlet, eğitim, ekonomi ve
diplomasi alanlarında ileri düzeyde gelişmiş; Mağrib’de uzun süre barış ve
istikrar sağlamıştır.
4.
Zengibar ve Doğu Afrika’ya Uzanışı
İbâzî
tüccarlar, Hint Okyanusu ticaret yolları sayesinde mezhebi:
v Kenya kıyıları
v Komor Adaları gibi bölgelere taşımışlardır.
Bu
yayılış, tamamen ticaret ve ahlakî temsil yoluyla olmuş; yerel halkın
kültürüyle etkileşim içinde yumuşak bir İslamlaşma süreci gerçekleşmiştir.
Zengibar’da 19. yüzyılda kurulan Umman kökenli sultanlıklar, İbâzîliğin hem
politik hem dinî otoritesini pekiştirmiştir.
5.
Mezhebin Dayanıklılığını Sağlayan Unsurlar
İbâzîliğin
bu denli yayılıp uzun ömürlü olmasını sağlayan bazı temel faktörler vardır:
v Şûraya dayalı imamet: Halka danışarak yönetim anlayışı.
v Ahlâkî temsil: İbâzîlerin sade, dürüst ve adil yaşamları örnek olmuştur.
v Merkezî siyasi otoritelerle çatışmaktan kaçınma: Toplumsal dengeyi ve barışı öncelemişlerdir.
v Sosyoekonomik kurumlar: Beytülmal, eğitim ve vakıf sistemlerinin geliştirilmesi.
4.4. İbâzîlerin Temel Görüşleri
İbâzî
mezhebi, hem inanç hem amel hem de toplumsal yaşam açısından kendine özgü bir
sistem geliştirmiştir. Haricîliğin bazı temel ilke ve kavramlarını korumakla
birlikte, onları daha uygulanabilir, mutedil ve kurumsal bir çerçeveye
oturtmuştur. Bu yönüyle İbâzîlik, aşırı uçlardan uzak duran ama istikamet
iddiasını sürdüren bir mezhep olarak öne çıkar.
1.
İman ve Amel İlişkisi
İbâzî
düşünceye göre iman, kalp ile tasdik ve dil ile ikrardan ibarettir. Ancak bu
imanın geçerli ve devamlı olması için:
« Yani amel, imanın bir parçası değil ama sonucudur.
Bu
konuda Haricîlik ile benzerlik:
« Fâsık kimseyi imandan çıkmış saymasalar da imanının geçerliliği zayıflamıştır derler.
Bu
konuda Ehl-i Sünnet’ten ayrılık:
« İbâzîler, imanı daha ahlâkî-sosyal bir bütünlük içinde ele alırlar.
2.
Büyük Günah İşleyenlerin Durumu (El-Menzile Beyne’l-Menzileteyn’e Yakın Görüş)
İbâzî
mezhebi, büyük günah işleyenin durumu hakkında ne Haricîlik kadar radikal, ne
de Ehl-i Sünnet kadar bağışlayıcıdır.
v Bu kişiye “el-kâfir nîmete” yani “nimet küfrü işleyen” denir. Yani küfür, inançtan değil; nimeti, yani Allah’ın emirlerini inkâr anlamındadır.
v Fâsık, cehennemde ebedî kalmaz ama azap görmeden de kurtulmaz.
Bu
tutum, Haricî tekfir anlayışına nazaran daha sosyal ve ahlâkî bir çerçevede
günah algısı geliştirildiğini gösterir.
3.
Takiyye (İnancı Gizleme) Anlayışı
İbâzîler,
zaruret durumunda inancını gizlemeyi (takiyye) meşru görürler. Bu görüş
özellikle:
Takiyye:
- Kalpteki inancın bozulmadan
korunması şartıyla,
- İbâzî kimliğin açıklanmasının can,
mal veya itibar açısından zarara yol açacağı durumlarda caiz görülmüştür.
Bu
yönüyle İbâzîlik, hem Haricî literalizmden hem de Sünnî mutlak sadakat
anlayışından ayrılır ve siyasi-ahlakî bir denge kurar.
4.
İmamet Anlayışı ve Siyasi Meşruiyet
İbâzîliğe
göre İslam toplumunun bir imamla yönetilmesi farzdır. Ancak bu imamın
meşruiyeti aşağıdaki şartlara bağlıdır:
v İlmi yeterliliğe sahip olması,
v Halkın rızasına dayanması (biat),
v Zulüm ve haksızlık yapmaması,
v Görevini kötüye kullanması hâlinde görevden alınabilir olması.
İmam,
sultanın değil halkın temsilcisidir. Bu yönüyle İbâzîlik, Emevî ve Abbâsî
saltanat anlayışına doğrudan muhaliftir. Fakat bu muhalefet, genelde şiddetsiz
ve meşru çerçevede yapılır.
5.
Şûra ve Danışma Esası
İbâzî
siyasi sistemi, şûraya (danışmaya) büyük önem verir. Toplumsal işlerde,
özellikle imam seçimi ve önemli kararların alınmasında:
- Seçkinler meclisi (ehlü’l-hal
ve’l-akd),
- Âlimler ve ileri gelenler,
- Cemaatin genel kanaati dikkate
alınır.
Bu
yönüyle İbâzîlik, demokratik katılıma en açık klasik mezheplerden biri olarak
değerlendirilebilir.
6.
Kur’an ve Sünnet’e Bağlılık
İbâzîler,
Kur’an’a literal değil, maksat odaklı yaklaşırlar. Ayetlerin bağlamı, amacı ve
ahlâkî mesajı önemlidir.
« Rivayet zincirinde Ehl-i Beyt’ten ya da tartışmalı sahabelerden gelen hadisler temkinle karşılanır.
Bu
yönleriyle İbâzî hadis anlayışı:
Ø Ne Şiî aşırı seçiciliğe dayanır;
Ø Orta yolda, eleştirel bir kabul geliştirir.
7. Ahkâm ve Toplumsal Uygulamalar
Cihad:
- Salt savaşa indirgenmez.
- Öncelik davet, eğitim ve
tebliğdir.
- Zorunlu hâllerde savunma amaçlı
savaşa cevaz verilir.
Toplumsal
yapı:
- Sadaka ve zekât, sadece fakir
değil; mezhep dayanışması için de kullanılır.
- Beytülmâl aktif olarak işler;
sosyal yardımlaşma, ilim halkaları, yetimhaneler bu sistemle yürütülür.
Kadın:
- Toplumda ve ilimde aktif olabilir.
- Bazı durumlarda kadının imam
olabileceği dahi savunulmuştur (özellikle Acaride etkili bölgelerde).
8.
Bid’at, Taklit ve Mezhepçilikten Kaçınma
İbâzîlik,
bid’atlara karşı duyarlıdır. Ancak bu duyarlılık, Ehl-i Sünnet’teki gibi tören,
zikir, kutlama vs. geleneklerle değil; siyasi yozlaşma, zulüm ve dinî riyanın
önlenmesi üzerinden şekillenir.
v Her Müslümanın Kur’an ve sünneti öğrenerek bilinçli yaşaması gerektiğine inanırlar.
v Diğer mezhepleri kâfir görmezler ancak kendi yollarının “istikamet” olduğunu savunurlar.
4.5. İbâziyye’nin Günümüzdeki Durumu
İbâzîlik,
İslam mezhepleri içinde en eski fakat hâlâ aktif yaşayan muhalif damarlardan
birini temsil etmektedir. Tarihsel kökleri Haricîliğe dayansa da, kendi içinde
mutedil ve sistemli bir yapı geliştirerek hem varlığını sürdürmüş hem de çağdaş
İslam toplumlarında barışçıl, dinamik ve kurumsal bir mezhep kimliği
oluşturmuştur.
1.
Umman’da Resmî Mezhep Statüsü
Devlet
Desteği ve Sosyal Yaygınlık
- Umman Sultanlığı, İbâzîliği resmî
mezhep olarak benimsemiştir.
- Toplumun yaklaşık %70-75’i İbâzî,
geri kalanı Sünnî ve Şiî gruplardan oluşur.
- Umman’da devlet yönetimi, adalet
ve eğitim sistemi İbâzî gelenek üzerine kuruludur.
Yönetim
Anlayışı
« Umman Sultanı, hem siyasal lider hem de dinî otoriteyi temsil eder.
« Ancak klasik anlamda şûra esaslı imamet sistemi, çağdaş monarşik yapı içinde yeniden yorumlanmıştır.
2.
Kuzey Afrika’daki Varlığı
Cezayir
(M’zâb Vadisi)
v Burada İbâzîler kendi iç işlerinde bağımsız sayılabilecek düzeyde özerk bir cemaat düzeni kurmuşlardır.
v M’zâb’da: Eğitim sistemi, Beytülmal uygulamaları, Ahlâkî denetim ve cemaat yapısı geleneksel şekilde devam etmektedir.
Tunus
(Cerbe Adası)
Ø İbâzîler burada vakıflar, camiler, medreseler aracılığıyla dini hayatlarını canlı tutmakta, halk arasında mezhep kimliği açık şekilde korunmaktadır.
Libya
« 2011 sonrası iç savaş sürecinde İbâzîlerin barışçıl kimliği ön plana çıkmış, çatışmalardan uzak kalmaya çalışmışlardır.
3.
Zengibar ve Doğu Afrika’da Kültürel Varlık
v Umman’ın geçmişte bu bölgelerle kurduğu denizcilik ve ticaret ilişkileri sayesinde İbâzîlik buraya taşınmıştır.
v Bugün bu bölgelerde İbâzîlik daha çok kültürel ve tarihsel bir miras olarak yaşatılmakta, aktif dinî kimlik zayıflamıştır.
4.
Eğitim, Yayın ve Kurumsallaşma Faaliyetleri
Eğitim
Ø İbâzîler, mezhepler üstü bir yaklaşımla toleranslı eğitim politikalarını benimsemişlerdir.
Akademik
Yayınlar
Ø Umman’da özellikle “Mecelletü’l-İbâdiyye” ve “el-Mektebetü’l-İbâdiyye” gibi yayın kuruluşları, mezhebin klasik eserlerini neşretmektedir.
Uluslararası
Tanıtım
Ø Mezhebin ılımlı yüzü, hoşgörülü kimliği ön plana çıkarılmaktadır.
5.
Modern Meseleler Karşısındaki Tavrı
Demokrasi
ve Şûra
- İbâzîlik, klasik şûra anlayışını
temel alan bir katılımcı siyaset anlayışına sahiptir.
- Bu yönüyle çağdaş siyasal
sistemlerle en kolay uyum sağlayabilen mezheplerden biridir.
Kadın
Hakları ve Toplumsal Katılım
- Kadınların eğitim hakkı, ekonomik
ve sosyal hayata katılımı teşvik edilmektedir.
- Umman’da kadınlar devlet
kurumlarında görev alabilmekte, seçme ve seçilme hakkına sahiptir.
Mezhepler Arası İlişkiler
- İbâzîler, diğer mezheplerle
ilişkilerinde uyumlu ve diyaloga açık bir yaklaşım benimserler.
- Mezhep taassubuna yer vermezler;
camileri ve eğitim kurumları mezhep ayrımı gözetmeden hizmet verir.
6.
Zorluklar ve Güncel Tehditler
« Mezhep temelli siyasi kamplaşmalar, İbâzî azınlıkların yaşadığı bölgelerde kültürel erozyon ve güvenlik sorunlarına neden olmaktadır.
« Küresel İslam düşüncesi içinde İbâzîlik az tanınan bir gelenek olmaya devam etmektedir.
Yorumlar
Yorum Gönder