Ana içeriğe atla

MELEKLERE İMAN

 



MELEKLERE İMAN

1. Yahudilik ve Hristiyanlıkta Melek İnancı

1.1. Yahudilikte Melek İnancı

  Yahudi inanç sisteminde melekler (İbranice: malakhîm), Tanrı’nın iradesini yerine getiren ruhani varlıklar olarak tanımlanır. Tevrat’ta (Tanah) melekler, çoğunlukla Tanrı’nın emirlerini insanlara iletmekle ve ilahi planı dünyada icra etmekle sorumlu varlıklar olarak tasvir edilir. Melekler, Tanrı’nın kudretini temsil eden aracı varlıklardır; buna rağmen hiçbir zaman Tanrı ile eş tutulmazlar.

  Öne çıkan bazı özellikler şunlardır:

  • Görevleri: Haberci olmak, korumak, cezalandırmak, dua ve kurban sunumlarında aracılık yapmak.
  • İsimli Melekler: Tevrat’ta nadiren melek isimleri verilir; Mikael ve Cebrail açıkça adlandırılan meleklerdir
  • Meleklerin Hiyerarşisi: Özellikle II. Tapınak dönemi sonrası dönemde (M.Ö. 6. yy ve sonrası) Yahudi mistik geleneklerinde (özellikle Kabala ve apokaliptik literatürde) melekler belli derecelere ayrılmış, Serafim, Kerubim gibi sınıflamalar yapılmıştır.
  • Talmud’daki Anlayış: Talmud, melekleri hem kutsal varlıklar hem de insanlara yakın güçler olarak niteler; ancak yaratılmış oldukları vurgulanır. Her melek belirli bir amaca yönelik yaratılmıştır; kendi iradeleri yoktur.
Teolojik Yorum: Yahudilikte Tanrı’nın mutlak birliği vurgulandığı için melekler hiçbir zaman tapınma nesnesi olmamış, sadece Tanrı’nın kudretinin bir uzantısı olarak kabul edilmiştir.

1.2. Hristiyanlıkta Melek İnancı

  Hristiyanlık, Yahudilikten aldığı melek inancını geliştirerek daha belirgin bir doktrin haline getirmiştir. Melekler, Hristiyan ilahiyatında hem Eski Ahit (Tevrat) metinlerinden hem de Yeni Ahit’teki açıklamalardan kaynaklı daha sistematik bir şekilde ele alınır.

Yeni Ahit’te Meleklerin Özellikleri:

  • Görevleri: Tanrı’nın emirlerini iletmek, insanları korumak, ilahi mesajı açıklamak ve eskatolojik olaylara (kıyamet, yargı günü) refakat etmek.
  • İsimli Melekler: Cebrail (Gabriel) ve Mikael (Michael) en çok anılan meleklerdir. Özellikle Luka İncili’nde Cebrail’in Hz. Meryem’e İsa’nın müjdesini vermesi meleklerin insanlık tarihinde nasıl aktif rol aldığını gösterir.
  • Düşmüş Melekler Anlayışı: Hristiyanlıkta bazı meleklerin isyan ederek “düşmüş” olduğu inancı mevcuttur. Bu düşmüş meleklerin başı olarak Şeytan (Satan) tanımlanır . Böylece iyi melekler ve kötü melekler arasında net bir ayrım yapılır.
  • Meleklerin Sınıflaması: Ortaçağ Hristiyan ilahiyatçılarından Pseudo-Dionysius’un geliştirdiği doktrine göre melekler üç grup ve dokuz sınıfta toplanmıştır: Serafimler, Kerubimler, Tahtlar (Thrones); Hakimiyetler (Dominions), Erdemler (Virtues), Kudretler (Powers); Reisler (Principalities), Başmelekler (Archangels) ve Sıradan Melekler (Angels).

Teolojik Yorum: Hristiyanlıkta melekler, hem bireysel insanların koruyucusu (koruyucu melekler öğretisi) hem de Tanrı’nın kozmik planının bir parçası olarak görülür. Ancak hiçbir melek, Tanrı’nın uluhiyetine ortak koşulmaz; sadece yaratılmış hizmetkârlar olarak kabul edilir.

2. Cahiliyede Melek İnancı

  İslam öncesi Arap toplumu, dinî inançlar bakımından oldukça çeşitli ve dağınık bir yapıya sahipti. Bu döneme “cahiliye” (bilgisizlik) dönemi denir. Melek inancı da bu dönemin dinsel anlayışında önemli bir yer tutmakla birlikte, İslam’ın getirdiği vahiy temelli melek inancından ciddi sapmalar göstermekteydi.

2.1. Meleklerin Allah’ın Kızları Olarak Görülmesi

  Cahiliye Arapları arasında yaygın olan en önemli inanışlardan biri, meleklerin Allah’ın kızları olduğuna dair görüştür. Bu anlayış Kur’an’da birçok ayette eleştirilmiştir. Allah şöyle buyurur:

“Onlar Allah’a, kızları nispet ediyorlar. Oysa kendileri için (evlat konusunda) istediklerini seçiyorlar.” (Nahl, 16/57)

  Bu yanlış inanç, Arap toplumunun kadına yönelik olumsuz bakış açısıyla da bağlantılıdır. Kadın cinsiyeti, değersiz ve aşağılayıcı bir unsur olarak görülürken, Allah’a kız evlat nispet edilmesi kendi içlerinde ciddi bir çelişki oluşturuyordu. Kur’an bu zihniyeti hem mantıki hem de itikadi bakımdan şiddetle reddetmiştir (bkz. Necm, 53/19-23).

2.2. Melekler ile Putlar Arasındaki İlişki

   Cahiliye toplumunda melekler ile tapınılan putlar arasında da doğrudan bir bağ kurulmuştur. Özellikle Lat, Uzza ve Menat gibi meşhur putlar, Allah’a yakın melek figürleri olarak kabul edilmekteydi. Araplar bu putların, meleklerin dünyevî temsilleri olduğuna inanıyorlardı. Dolayısıyla, bu putlara ibadet etmek suretiyle Allah’a yaklaşacaklarını düşünüyorlardı. Kur’an bu batıl inancı şu şekilde eleştirir:

“Onlar, Allah’ı bırakıp sadece dişi varlıklara (putlara) tapıyorlar ve yalnızca isyankâr bir şeytana tapıyorlar.” (Nisa, 4/117)

   Bu anlayış, şirk (Allah’a ortak koşma) olgusunun en temel unsurlarından biriydi ve İslam’ın tevhit öğretisiyle tamamen ortadan kaldırılması hedeflenmiştir.

2.3. Melekleri İlahi Güce Sahip Ara Varlıklar Olarak Görme

  Cahiliye toplumunda melekler, kendi başlarına bazı güçlere sahip, bağımsız etkileri olan yarı-ilahi varlıklar olarak algılanıyordu. Yani melekler sadece Allah’ın emirlerini yerine getiren itaatkâr hizmetkârlar değil, adeta Tanrı’nın iradesine ortak olacak şekilde kudret sahibi kabul ediliyorlardı. Bu algı İslam inancında reddedilmiş, meleklerin tüm kudretlerinin Allah’tan kaynaklandığı açıkça vurgulanmıştır:

“Melekler, Rablerinin emriyle hiçbir konuda O’na karşı gelmezler; kendilerine emredileni yaparlar.” (Tahrîm, 66/6)

  Bu ayet, İslam’ın getirdiği düzeltmeyi açık biçimde ortaya koyar: Melekler, Allah’ın yaratıklarıdır ve O’nun mutlak iradesi dışında hiçbir etkileri yoktur.

2.4. Meleklerin İnsanlara Şefaatçi Olacağı İnancı

  Cahiliye Arapları, melekleri aynı zamanda Allah katında şefaatçi varlıklar olarak da görüyorlardı. Onlara göre, melekler Allah’a kendileri adına aracılık yapacak ve böylece günahları bağışlatacaklardı. Ancak bu anlayış, insanın doğrudan Allah’a yönelmesini engelleyen bir batıl aracılık anlayışı oluşturuyordu. Kur’an bu şefaat anlayışını şu şekilde reddetmiştir:

“Artık şefaat edenlerin şefaati onlara hiçbir fayda sağlamaz.” (Müddessir, 74/48)

  İslam, şefaatin sadece Allah’ın izni ve rızası dahilinde mümkün olabileceğini vurgulayarak (bkz. Bakara, 2/255), cahiliye döneminin bağımsız şefaatçi melek tasavvurunu tamamen ortadan kaldırmıştır.

2.5. Meleklerin Cinsiyet Atfedilmesi

  Cahiliye toplumu, meleklerin dişi varlıklar olduğuna inanıyordu. Bu, hem cinsiyet kavramını maddi varlıklar gibi melekler üzerine taşıma hatasına hem de meleklerin yüceliğini yanlış bir cinsiyet atfı üzerinden değerlendirme hatasına düşülmesine yol açıyordu. Kur’an bu hususta şöyle buyurur:

“Onlar, melekleri ki Rahman’ın kullarıdırlar, dişi saydılar. Şahit mi oldular yaratılırken? Onların şahitliği yazılacak ve sorguya çekileceklerdir.” (Zuhruf, 43/19)

  Burada Kur’an, meleklerin yaratılışı hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadan atıflar yapan cahiliye toplumunu hem aklen hem de itikaden kınamaktadır.

Özetle:

İslam öncesi Arap toplumunda melek inancı:

  • Şirk unsuru haline gelmiş,
  • Melekler Allah’ın kızları gibi tasavvur edilmiş,
  • Putlarla ilişkilendirilmiş,
  • Bağımsız kudret sahibi ve şefaatçi varlıklar olarak görülmüş,
  • Cinsiyet özellikleri atfedilerek maddileştirilmişti.

   İslam, bu bozulmuş anlayışı düzeltmiş ve melekleri, Allah’ın emri altında, nurdan yaratılmış, itaatsizlik etmeyen ruhani varlıklar olarak tanımlayarak tevhid inancını tahkim etmiştir.

3. İslamda Melek İnancı

  İslam inancında melekler, Allah’ın nurdan yarattığı, sürekli olarak kendisine ibadet eden ve ilahi emirleri eksiksiz yerine getiren ruhani varlıklardır. Meleklerin varlığına iman, iman esaslarından biri olarak kabul edilmiş ve bu, Kur’an-ı Kerim’de ve sahih hadislerde açık bir şekilde beyan edilmiştir. Melekler, Allah’ın yaratmış olduğu varlık düzeninin ayrılmaz bir parçasıdır ve görünmeyen âleme (gayba) olan imanın bir tezahürüdür.

3.1. Meleklerin Mahiyeti

  İslam’da melekler, cismani özelliklere sahip değildirler. İnsanlar gibi yemez, içmez, uyumaz ve günah işlemezler. Nurdan yaratıldıkları hadis-i şeriflerde bildirilmiştir:

“Melekler nurdan, cinler ateşten ve Âdem topraktan yaratılmıştır.” (Müslim, Zühd, 60)

  Meleklerin nurdan yaratılmış olması, onların maddi âlemle doğrudan ilişkili olmadığını, daha çok metafizik bir düzlemde var olduklarını gösterir. Ancak bazı durumlarda Allah’ın izniyle insan suretinde görünmeleri de mümkündür. Hz. İbrahim’e ve Hz. Lut’a gelen misafirler ya da Hz. Meryem’e görünen melek (Cebrail) bunun örneklerindendir.

3.2. Meleklerin İtaatkârlığı ve Günahsızlığı

  İslam’da meleklerin en temel vasfı, Allah’a tam bir itaat içinde bulunmalarıdır. Kur’an bu hususu açıkça ifade eder:

“Onlar, Allah’ın kendilerine emrettiği şeylere isyan etmezler ve emredildikleri şeyi yaparlar.” (Tahrîm, 66/6)

  Bu ifade, meleklerin iradi bir isyan ya da günah işleme kapasitelerinin olmadığını gösterir. Dolayısıyla, İslam’da melekler asla Allah’a karşı gelmeyen ve sürekli ibadet halinde olan varlıklar olarak tasvir edilir.

3.3. Meleklerin Sayısı ve Çeşitliliği

  Meleklerin sayısı hakkında kesin bir bilgi verilmemekle birlikte, onların çok büyük bir kalabalık oluşturduğu çeşitli ayet ve hadislerden anlaşılmaktadır. Örneğin, Hadis-i Şerifte Beytü’l-Ma’mûr’u her gün yetmiş bin meleğin tavaf ettiği, bir defa tavaf edenlerin bir daha sıra beklemeksizin ayrıldıkları ifade edilmiştir (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6).

  • Melekler belirli görevlerde ihtisaslaşmışlardır:
  • Vahiy getirenler (Cebrail),
  • Rızıkları idare edenler (Mikail),
  • Ölüm anında ruhları alanlar (Azrail),İ
  • nsanların amellerini kaydedenler (Kirâmen Kâtibîn),
  • Kabir sorgusunu yapanlar (Münker ve Nekîr) gibi farklı görev sahalarına sahiptirler.

3.4. Meleklerin Görevleri

  İslam’da meleklerin işlevleri son derece çeşitlidir:

  • İlahi mesajı peygamberlere iletmek (vahy): Özellikle Cebrail’in vahiy meleği olması bu görevin en somut örneğidir.
  • Tabiat olaylarının idaresi: Mikail gibi meleklerin rızık ve tabiat düzeni üzerinde görevleri vardır.
  • Ölüm ve diriliş süreçlerinde rol almak: Azrail’in ruhları kabzetmesi ve İsrafil’in sûra üflemesi gibi görevlerdir.
  • İnsanların amellerini kaydetmek: Sağ ve sol omuzda bulunan Kirâmen Kâtibîn melekleri her bir insanın iyilik ve kötülüklerini kaydederler (Kâf, 50/17-18).
  • İnsanları korumak: Kur’an’da “muakkibât” adı verilen koruyucu meleklerin bulunduğuna işaret edilir (Ra’d, 13/11).

  Bu görevler, meleklerin ilahi düzende aktif, fakat Allah’ın iradesine mutlak bağlı varlıklar olduklarını gösterir.

3.5. Meleklerin İnsanlarla İlişkisi

  İslam’da melekler, insanlarla sürekli bir ilişki içindedirler:

  • Her insan doğumundan ölümüne kadar koruyucu meleklerle çevrilidir.
  • Namaz, zikir, Kur’an tilaveti gibi ibadetlere iştirak eden melekler vardır. İbadet meclislerine katılan meleklerin Allah’a o kullar hakkında şefaatte bulunduğu sahih hadislerde bildirilmiştir.
  • Ölüm anında melekler ruhu teslim alır; müminlere müjdeler, kâfirlere ise azap haberleri ile yaklaşırlar (Fussilet, 41/30).

  Müminler için meleklerin varlığı, bir güven ve motivasyon kaynağıdır. Melekler, sürekli Allah’a kulluk eden ve insanı hayra sevk eden varlıklar olarak görülür.

3.6. Meleklere İmanın İmanın Şartı Olması

  İslam’da meleklere iman etmek, imanın altı temel esasından biridir:

“Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine iman ettiler…” (Bakara, 2/285)

   Meleklere iman, sadece varlıklarını kabul etmekle sınırlı değildir; onların Allah’ın emrine boyun eğdiklerine, görevlerini eksiksiz yerine getirdiklerine ve insanlıkla doğrudan ilişkili olduklarına inanmayı da kapsar. Meleklerin inkârı, imanı zedeleyen bir durum olarak kabul edilir.

Özetle:

İslam’da melekler:

  • Nurdan yaratılmış,
  • Günahsız,
  • Sürekli ibadet halinde,İ
  • lahi görevleri eksiksiz yerine getiren ruhani varlıklardır.

  Onlara iman, Müslüman bireyin gayb âlemine olan imanının temel bir parçası olup, dünya ve ahiret tasavvurunu doğrudan etkiler.

4. Görevleri Bakımından Melekler

  İslam inancında meleklerin en önemli vasıflarından biri, her birinin belirli bir görev alanına sahip olmasıdır. Melekler Allah’ın emri doğrultusunda görev yapar; hiçbir şekilde bu görevlerde ihmal ya da isyan göstermezler. Bu görevler çok çeşitli olup, vahiy getirmekten doğa olaylarını idare etmeye, insanın fiillerini kaydetmekten ölüm anında ruhu almak gibi hayatın her safhasını kapsamaktadır.

Meleklerin görevleri iki ana grup altında incelenebilir:

  • Elçilik görevini üstlenen melekler,
  • Diğer işlevsel alanlarda görevli melekler.

4.1. Meleklerin Elçilik Görevi

   Elçilik görevi, meleklerin Allah ile insanlar arasında mesaj iletme, vahiy getirme ve haber verme işlevlerini kapsar. Bu tür melekler, İslam’ın tebliğ sürecinde kilit roller üstlenmişlerdir.

4.1.1. Cebrail

  Cebrail (Arapça: Cibrîl veya Cebrâîl), İslam’da vahiy meleği olarak kabul edilir. Kur’an’da kendisinden “Rûhu’l-Emîn” (Şuarâ, 26/193) ve “Rûhu’l-Kudüs” (Bakara, 2/87) olarak söz edilir.

  Cebrail’in görevleri şunlardır:

  • Allah’ın kelâmını peygamberlere getirmek,
  • Peygamberlere ilham ve destek sağlamak,
  • İlahi mesajı eksiksiz şekilde aktarmak.

  Hz. Muhammed’e Kur’an vahyinin iletilmesi tamamen Cebrail aracılığıyla olmuştur. Ayrıca geçmiş peygamberlere de vahiy getirmiştir. Hz. Meryem’e İsa’nın doğumunu müjdelemesi de Cebrail’in önemli elçilik görevlerinden biridir (Meryem, 19/16-21).

4.1.2. Mikail

  Mikail (Arapça: Mîkâîl), doğa olaylarının idaresi ve rızıkların taksimi ile görevlidir.

  İslam literatüründe Mikail:

  • Yağmurun yağması,
  • Bitkilerin büyümesi,
  • Rızıkların insanlar arasında taksimi gibi işlerden sorumlu melek olarak tanımlanır.

  Kur’an’da adı doğrudan geçmemekle birlikte (Bakara 2/98’de ismen geçer), sahih hadislerde ve klasik kaynaklarda Mikail’in doğayı idare eden ilahi memuriyetinden söz edilmiştir.

4.1.3. İsrafil

   İsrafil (Arapça: Isrâfîl), kıyamet gününün kopması ve insanların yeniden diriltilmesi için sûra üflemekle görevlendirilmiştir.

  Görevleri şunlardır:

  • İlk sûra üfleyişiyle tüm canlıların ölümü gerçekleştirmek,
  • İkinci sûra üfleyişiyle tüm ölülerin dirilişini başlatmak.

  Kur’an’da ismi açıkça geçmemekle birlikte, sûre üfleme olayı çeşitli ayetlerde bildirilmiştir (bkz. Zümer, 39/68; Yasin, 36/51).

4.1.4. Azrail

  Azrail (Arapça: ʿAzrâʾîl), ölüm meleği olarak bilinir. Kur’an’da kendisine doğrudan “Azrail” ismi verilmez; onun yerine “melekü’l-mevt” (ölüm meleği) tabiri kullanılır:

“De ki: Sizin ölümünüzü görevli ölüm meleği vefat ettirecek.” (Secde, 32/11)

  Azrail’in görevi, Allah’ın emriyle insanların ruhlarını almak ve onların kabir hayatına geçiş sürecini başlatmaktır. Bütün canlıların ruhlarının kabzı, bu melek ve yardımcıları vasıtasıyla gerçekleştirilir.

4.2. Diğer Melekler

  Elçilik görevinin dışında da çok sayıda melek, çeşitli görevler yürütmektedir. Bu melekler, insan hayatının farklı safhalarında aktif rol oynarlar.

4.2.1. Kirâmen Kâtibîn Melekleri

  Her insanın sağ ve sol omzunda bulunan iki melek vardır:

  • Sağ taraftaki melek kişinin iyi amellerini,
  • Sol taraftaki melek ise kötü amellerini kaydeder.

Kur’an bu melekleri şöyle tanımlar:

“Sağında ve solunda oturmuş iki melek vardır. İnsan hiçbir söz söylemez ki, yanında gözetleyen, hazır bir melek bulunmasın.” (Kâf, 50/17-18)

Böylece insanın her fiili kayıt altına alınmakta ve bu kayıtlar ahiret gününde delil olarak kullanılmaktadır.

4.2.2. Münker-Nekir Melekleri

  Ölümden sonra kabirde insanlara sorgu yapmakla görevli iki melektir: Münker ve Nekîr.

Bu melekler, kabirde kişiye şu soruları sorarlar:

  • Rabbin kimdir?
  • Peygamberin kimdir?
  • Dinin nedir?

Bu sorgulama, kişinin dünya hayatındaki inanç ve amel durumunu test eder. Müminler doğru cevaplarla kabir azabından kurtulurken, kâfirler ve münafıklar bu sorgulamada başarısız olur ve azaba maruz kalırlar.

4.2.3. Mukarrebûn ve İlliyyûn Melekleri

  Mukarrebûn: Allah’a en yakın olan meleklerdir. Bunlar, Allah’a sürekli secde ve tesbih hâlinde bulunurlar ve O’nun katında yüksek bir makama sahiptirler. Kur’an, bu melekleri “yaklaştırılmışlar” (mukarrebûn) olarak adlandırır (Vâkıa, 56/11).

  İlliyyûn: İyilerin ve muttakilerin amel defterlerinin yazıldığı yüce makamlardır. Bu terim Mutaffifîn Suresi’nde şöyle geçer: “Şüphesiz iyilerin kitabı İlliyyûn’dadır.” (Mutaffifîn, 83/18)

Bazı âlimler İlliyyûn’u melekler topluluğu olarak da tefsir etmişlerdir.

Özetle:

İslam’da meleklerin görevleri şu şekilde özetlenebilir:

  • Vahiy getirmek (Cebrail)
  • Rızık ve doğa olaylarını idare etmek (Mikail),
  • Kıyameti başlatmak (İsrafil),
  • Ruhları almak (Azrail),
  • İnsanların fiillerini kaydetmek (Kiramen Katibin),
  • Kabir sorgusunu yapmak (Münker-Nekir),
  • Allah’a en yakın meclislerde bulunmak (Mukarrebûn ve İlliyyûn melekleri).

Her bir melek, ilahi emir doğrultusunda görev yapmakta ve kainatın düzeninin bir parçası olarak işlev görmektedir.

5. İblisin Kimliğine İlişkin Tartışmalar

  İslam düşüncesinde İblis’in mahiyeti ve kökeni, klasik dönemden itibaren tartışmalı bir mesele olmuştur. Kur’an ve hadislerde İblis’in yaratılışı, görevden azledilişi ve sonrasındaki konumu hakkında çeşitli bilgiler verilmiş; bu bilgiler farklı kelâm ekolleri ve müfessirler arasında farklı yorumlara sebebiyet vermiştir.

5.1. Kur’an’daki İblis Tasviri

  Kur’an-ı Kerim’de İblis’in yaratılışı ve isyanı şu şekilde anlatılır:

  • Allah, Hz. Âdem’i yaratıp meleklerine ona secde etmelerini emretmiş; melekler itaat etmiş, ancak İblis secde etmeyi reddetmiştir (Bakara, 2/34; A’râf, 7/11-12).
  • İblis, isyanının gerekçesi olarak, ateşten yaratılmış olmasını ve Âdem’in topraktan yaratılmasını üstünlük sebebi göstermiştir (A’râf, 7/12).
  • Bu isyanı üzerine Allah tarafından lanetlenmiş ve rahmetinden kovulmuştur.

  Ancak burada önemli bir husus vardır:

Kur’an, Kehf Suresi 50. ayette şöyle buyurur:

“Hani biz meleklere, Âdem’e secde edin demiştik de İblis hariç hepsi secde etmişti. İblis cinlerdendi; Rabbinin emrinden çıktı.”

  Bu ayet, İblis’in aslında meleklerden değil, cinlerden olduğunu açıkça belirtir. Cinlerin ateşten yaratıldığı da başka ayetlerde ifade edilmiştir (Rahmân, 55/15).

5.2. İblis Melek miydi Cin miydi?

  Bu konuda İslam alimleri arasında iki temel görüş ortaya çıkmıştır:

5.2.1. İblis’in Melek Olduğunu Savunan Görüş

  Bazı müfessirler ve kelamcılar, İblis’in başlangıçta melekler arasında yer aldığını, bu yüzden meleklerle birlikte secde emri aldığı için melek sayıldığını savunmuşlardır.

Bu görüşü benimseyenlere göre:

  • İblis, melekler gibi yüce bir makamda bulunuyordu.
  • Ancak melekler gibi günahsız bir tabiatta değil, irade sahibi bir varlıktı.
  • İsyanı, kendi iradesiyle gerçekleşmiştir.

Bu yorumu savunanlar, İblis’in yaratılışta melek özellikleri taşıyan özel bir varlık olduğunu ancak meleklerin genel günahsızlık vasfını ihlal eden istisnai bir örnek oluşturduğunu iddia etmişlerdir.

5.2.2. İblis’in Cin Olduğunu Savunan Görüş

  Cumhur (çoğunluk) uleması ise, Kehf 50. ayetine dayanarak İblis’in aslen cinlerden olduğunu, dolayısıyla melek değil, ateşten yaratılmış farklı bir tür olduğunu kabul etmiştir.

Bu görüşün dayanakları şunlardır:

  • Cinler, özgür iradeye sahiptirler; dolayısıyla isyan edebilirler
  • Melekler ise yaratılışları gereği Allah’a isyan etmezler (Tahrîm, 66/6).
  • İblis’in isyanı, onun melek değil, cin olmasını daha mantıklı kılar.

Bu anlayışa göre, İblis meleklerin yanında bulunuyordu; lakin özü itibarıyla meleklerden farklıydı. Sadece o anki konumundan dolayı meleklerle birlikte hitaba muhatap olmuştu.

5.3. İblis’in Günümüzdeki Durumu

  İblis, İslam inancına göre, kıyamete kadar insanları saptırmakla meşgul olacaktır. Kur’an’da İblis, Allah’a şöyle yalvarır:

“Bana kıyamet gününe kadar mühlet ver.” (A’râf, 7/14)

  Allah da ona mühlet vermiştir, ancak onun vesveselerle insanları doğru yoldan saptırmasına karşı insanlara uyarılarda bulunmuştur.

İblis ve onunla beraber hareket eden cinler ve şeytanlar, kıyamet gününde cehennemle cezalandırılacaklardır (bkz. Sâd, 38/85).

5.4. Teolojik ve Ahlaki Yorumlar

  İblis’in kıssası, İslam düşüncesinde sadece tarihsel bir vaka değil, aynı zamanda insanın ahlaki sorumluluğu ve kibir, itaatsizlik gibi günahlara karşı uyarı vesilesi olarak görülmüştür.

Bazı temel yorumlar:

  • İrade ve Sorumluluk: İblis’in kendi özgür iradesiyle isyan etmesi, insanın da özgür irade ve sorumluluğa sahip olduğunun bir göstergesidir.
  • Kibir ve İsyanın Tehlikesi: İblis’in kibir ve kendini üstün görme duygusu, insanın Allah’a karşı en tehlikeli tavrı olarak değerlendirilmiştir.
  • Sınanma Gerçeği: İblis’in varlığı, insanın dünya hayatında sürekli bir sınav içinde olduğunun ve sabırla, imanla bu sınavı aşması gerektiğinin sembolüdür.

         Özetle:

  • Kur’an’a göre İblis cinlerdendir ve ateşten yaratılmıştır.
  • Bazı eski müfessirler onu melekler arasında saymışlardır; ancak genel kanaat cin olduğu yönündedir.
  • İsyanı, özgür iradesinin kötüye kullanılması sonucu olmuştur.
  • İblis, kıyamete kadar insanları saptırmak için mühletli bir varlık olarak kalacaktır.

6. Harut-Marut: Melek mi Melik mi?

  İslam literatüründe “Harut ve Marut” meselesi, özellikle Bakara Suresi 102. ayet bağlamında önemli bir tartışma alanı oluşturmuştur. Bu iki varlığın mahiyeti, kimlikleri ve görevleri hakkında farklı yorumlar yapılmıştır. Bu tartışmalar, hem Kur’an tefsirinde hem de kelam ve tasavvuf alanlarında yankı bulmuştur.

6.1. Ayetin Bağlamı

  Bakara Suresi 102. ayette şöyle buyrulmaktadır:

“Süleyman’ın mülkü hakkında şeytanların uydurduklarına uydular. Oysa Süleyman küfre sapmadı; fakat şeytanlar küfre sapmışlardı. Onlar insanlara sihri ve Babil’de Harut ile Marut adlı iki meleğe indirilen şeyi öğretiyorlardı…” (Bakara, 2/102)

  Bu ayette Harut ve Marut’un Babil’de insanlara bir tür bilgi öğrettiği, ancak bu bilginin bir imtihan vesilesi olduğu ifade edilmektedir. Ayetin devamında, onların insanlara, “Biz bir fitneyiz, sakın küfre sapmayın” diye uyardıkları vurgulanır.

6.2. Harut-Marut’un Melek Olduğunu Savunan Görüş

  İslam’ın ana akım yorumunda Harut ve Marut’un Allah tarafından gönderilen iki melek olduğu görüşü benimsenmiştir.

Bu görüşün dayanakları şunlardır:

  • Ayette açıkça “meleke” (iki melek) kelimesinin kullanılması,
  • Bu meleklerin insanlara bir sınav aracı olarak bilgi vermeleri, yani doğrudan sihrin öğreticisi değil, sınayıcı bir rol üstlenmeleri,
  • Onların insanlara açık uyarı yapmaları: “Biz bir imtihanız, sakın küfre sapmayın!” demeleri (Bakara, 2/102).

Bu yoruma göre Harut ve Marut:

  • Sihir ilmini kötü amaçla kullanmanın insanı küfre sürükleyebileceğini göstermek üzere gönderilmişlerdir.
  • Kendileri kötü bir amaç gütmemiş, sadece bir imtihan vesilesi olmuşlardır.

Bu görüşü savunanlar arasında Taberî, İbn Kesîr ve Fahreddin Râzî gibi büyük müfessirler bulunmaktadır.

Teolojik Yorum:

  Bu anlayış, İslam’daki “imtihan” kavramıyla uyumludur: Allah, kullarını bazen bilgilendirerek, bazen de fitneler yoluyla sınar. Meleklerin böyle bir görevle görevlendirilmiş olması, onların konumunu zedelemez; zira kendi iradeleriyle kötü bir işe girişmemişlerdir.

6.3. Harut-Marut’un Melik Olduğunu Savunan Görüş

  Bazı müfessirler ve dilbilimciler, ayette geçen “meleke” kelimesinin “melikeyn” (iki kral) anlamına geldiğini ileri sürmüşlerdir.

Bu görüşe göre:

  • Harut ve Marut, Babil bölgesinde yaşayan ve sihrin yayılmasına sebep olan iki insan kraldır.
  • Buradaki “melek” kelimesi aslında “melik” (kral) anlamında kullanılmıştır. (Arapçada “melek” ve “melik” kök olarak farklıdır, fakat yazım benzerliği nedeniyle karışıklık doğabilmektedir.)
  • Dolayısıyla bu kişiler sıradan insanlardır ve ilahi bir görev taşımamaktadırlar.

  Bu yorumu savunanlar, meleklerin doğaları gereği günah işlemeyeceğini ve dolayısıyla insanları sınamak için sihir öğretme gibi bir faaliyetle meşgul olmayacaklarını ileri sürmüşlerdir.

  Ancak bu görüş zayıf kabul edilmiştir. Çünkü Kur’an’daki genel üslup, bu varlıkların sıradan insanlar değil, üstün ve görevli varlıklar olduklarını ima etmektedir.

6.4. Efsanevi Anlatımlar ve İslam’daki Konumu

  İslam kültüründe Harut ve Marut hakkında çeşitli efsanevi rivayetler de gelişmiştir. Özellikle bazı kaynaklarda:

  • Bu iki meleğin insanlara olan zaafları nedeniyle yeryüzüne indirildikleri,
  • Onların günah işlemeleri sonucu cezalandırıldıkları
  • Babil’de cezalandırılmış ve baş aşağı bir şekilde asılı kaldıkları gibi mitolojik unsurlar içeren hikâyeler anlatılmıştır.

Ancak:

  • Bu tür rivayetlerin çoğu İsrailiyat (Yahudi kültüründen sızan hikâyeler) kapsamında değerlendirilir.
  • İslam’ın sahih öğretilerinde Harut ve Marut’un yalnızca bir sınav vesilesi oldukları vurgulanır; onlara günah isnadı doğru kabul edilmez.

6.5. Sonuç ve Değerlendirme

   İslam’ın ana kaynaklarına dayanan doğru yaklaşım şudur:

  • Harut ve Marut, Allah tarafından sınamak amacıyla gönderilmiş iki melektir.
  • Onların öğrettiği bilgi (sihir) kötüye kullanıldığı takdirde küfre götürebilir; fakat kendileri bu öğretimi açık uyarılar eşliğinde gerçekleştirmişlerdir.
  • Bu olay, insanın irade ve imtihan gerçeğinin bir yansımasıdır; Allah’ın kullarını çeşitli yollarla denemesi, ilahi adaletle çelişmez.
  • Onlar hakkındaki efsanevi hikâyeler dinî bir değer taşımaz ve sahih İslami öğretiden sayılmaz.

Özetle:

  • Harut ve Marut melektir, görevleri imtihan vesilesi olmak ve insanlara sihir ilminin kötü amaçla kullanılmaması gerektiğini bildirmektir.
  • “Melik” (kral) yorumu, dil açısından bazı iddialara dayansa da, Kur’an bağlamı ve İslami ana kaynaklar meleklik yorumunu destekler.
  •  Efsanevi anlatımlar sahih İslamî anlayışa göre geçerli kabul edilmez.

7. Melek-İnsan Karşılaştırması: Efdâliyet Meselesi

   İslam düşüncesinde melekler ile insanların fazilet bakımından karşılaştırılması, özellikle kelam ve tasavvuf literatüründe uzun tartışmalara konu olmuştur. Bu tartışmaya “Efdâliyet meselesi” (daha faziletli olan kimdir?) denir.

  Efdâliyet meselesi, insanın yaratılış hikmeti, irade özgürlüğü, günah işleyebilme ve tevbeyle yükselme kapasitesi gibi temel kavramlarla doğrudan ilişkilidir.

7.1. Meleklerin Fazileti Görüşü

  Bazı İslam alimleri, meleklerin insanlar üzerine faziletli (efdâl) olduğunu savunmuştur. Bu görüşün dayanakları şunlardır:

  • Günahsızlık (İsmet): Melekler yaratılış itibarıyla günah işlemekten korunmuşlardır (Tahrîm, 66/6).
  • Sürekli İbadet: Melekler sürekli olarak Allah’ı zikreder, ona secde ve tesbih ederler (Nahl, 16/49-50).
  • İsyan Etmemeleri: Melekler Allah’ın emrine kesin itaat eder ve hiçbir zaman isyan etmezler (Enbiyâ, 21/26-27).
  • Yakınlık: Bazı melekler Allah’a çok yakın derecelerde bulunur (Mukarrebûn melekleri).

  Bu görüşe göre, sürekli Allah’a kulluk eden, irade serbestliği bulunmadan da olsa hiç günah işlemeyen melekler, istikrar ve temizlik bakımından insanlardan üstündür.

Bu görüşü savunanlar: Bazı Eş’arî âlimleri ve klasik dönem kelamcılarının bir kısmı bu görüşü desteklemiştir.

7.2. İnsanların Fazileti Görüşü

  Öte yandan başka bir grup âlim, özellikle mümin ve salih kulların meleklerden daha faziletli olabileceğini ileri sürmüştür. Bu görüşün temel argümanları şunlardır:

  •  İrade ve Sınav: İnsanlar özgür iradeye sahiptir. Zorluklar, nefsanî arzular ve şeytanî vesveselere rağmen iman edip salih amellerde bulunmaları, onların derecesini yüceltir.
  • Tövbe ve Terakki: İnsan günah işleyebilme potansiyeline sahip olduğu halde pişmanlık ve tevbe ederek Allah’a dönüş yapar ve bu sayede daha yüksek manevi derecelere ulaşabilir.
  • Halife Olma: İnsan, Allah’ın yeryüzünde halifesi olarak yaratılmıştır (Bakara, 2/30). Bu konum, meleklere verilmemiştir.
  • Meleklerin İnsana Secdesi: Allah, meleklere Âdem’e secde etmelerini emretmiş ve bu secde, insanın potansiyelini ve değerini göstermiştir (Bakara, 2/34).

   Bu görüşe göre, sınav şartları içinde iradesiyle Allah’a bağlı kalan ve zorluklara rağmen imanını muhafaza eden mümin insan, meleklerden daha üstün bir mertebeye ulaşabilir.

   Bu görüşü savunanlar: Bazı Mâturîdî âlimleri, bazı Ehl-i sünnet mütefekkirleri ve tasavvuf ehli bu görüşü tercih etmiştir.

7.3. Tasavvufî Yaklaşım

  Tasavvuf geleneğinde, insanın “potansiyel olarak” meleklerden üstün olduğu sıkça vurgulanır.

Özellikle:

  • İnsan, nefsini terbiye edip Allah’a tam anlamıyla kul olduğunda meleklerden üstün bir makama yükselebilir.
  • Ancak bu, her insan için değil; sadece Allah’a yakınlıkta üstün mertebelere ulaşan müminler için geçerlidir.

Bazı sufiler, bu meseleyi şöyle ifade etmişlerdir:

“Meleklerin yükselişi yoktur; çünkü onlar zaten yaratılıştan temizdirler. İnsanın yükselişi vardır; çünkü o, karanlıklardan nura yürür.”

7.4. Kur’an ve Sünnet Perspektifi

   Kur’an doğrudan bir efdâliyet karşılaştırması yapmaz. Ancak çeşitli ayetlerde hem meleklerin hem insanların kendi varlık kategorilerinde özel bir konuma sahip olduğu bildirilir:

  • Melekler için: “O’na karşı gelmezler ve emredildiklerini yaparlar.” (Tahrîm, 66/6)
  •  İnsan için: “Andolsun biz insanı en güzel biçimde yarattık. Sonra onu aşağıların aşağısına çevirdik. Ancak iman edip salih amel işleyenler müstesna…” (Tin, 95/4-6)

  Buradan hareketle, insanın fazileti “iman ve amel” şartına bağlıdır. İman ve salih amel yoksa, insan meleklerin seviyesine ulaşamaz; hatta aşağıların aşağısına düşebilir.

  Hadislerde de meleklere ve insanlara dair fazilet tartışmalarını doğrudan hükme bağlayan bir rivayet bulunmamaktadır. Ancak insanın Allah’a yakınlaşarak ulaşabileceği yüksek makamlar övülmüştür.

7.5. Sonuç ve Değerlendirme

  • Melekler yaratılışları itibarıyla temiz ve sürekli ibadet halindedirler.
  • İnsan ise özgür iradesiyle, nefs ve dış engellere rağmen Allah’a yönelerek üstünlük kazanır.
  • Mümin ve salih insanlar, potansiyel olarak meleklerden daha yüksek bir makama ulaşabilirler.
Dolayısıyla mutlak bir üstünlük kıyaslaması yapmak yerine, bireysel durumlara ve manevi gelişime göre bir değerlendirme yapılmalıdır.

8. Meleklere İmanın Fenomenolojisi

 “Meleklere imanın fenomenolojisi” ifadesi, bireyin melek inancını nasıl yaşadığı, bu inancın ruh dünyasına, davranışlarına ve dinî tecrübesine nasıl yansıdığı gibi hususları ele alır.

  Burada fenomenoloji terimi, inancı sadece teorik bir kabul değil, bireyin bilinç yapısında ve yaşantısında nasıl bir yer tuttuğu anlamında kullanılmaktadır.

  İslamî fenomenoloji açısından bakıldığında, meleklere iman, insanın hem gaybî inanç sistemine bağlanmasını hem de ahlakî sorumluluk bilincini güçlendiren çok katmanlı bir etkide bulunur.

8.1. Gayba İman Bilinci

  Kur’an, müminleri tanımlarken onların gayba iman ettiklerini vurgular: “Onlar, gayba iman ederler…” (Bakara, 2/3)

  Melekler, doğrudan beşerî duyularla algılanamayan, gayb âlemine ait varlıklardır.

Meleklere iman:

  • Bireyin, sadece maddî dünya ile sınırlı kalmadığını,
  • Görünmeyen bir âlemin de varlığını kabul ettiğini,
  • Allah’ın mutlak kudretine ve emirlerine bağlı bir evren tasavvuru geliştirdiğini gösterir.

   Bu bilinç, müminin varoluşu daha derin bir şekilde kavramasına, hayatı sadece dünyevi gerçekliklere indirgememesine yol açar.

8.2. Sürekli İlahi Gözetim Bilinci

  Meleklere iman, bireyin her an Allah’ın bilgisi ve meleklerin gözetimi altında yaşadığı bilincini diri tutar.

  Kur’an şöyle buyurur: “Onun (insanın) sağında ve solunda oturan iki melek vardır; hiçbir söz söylemez ki yanında hazır bir gözcü bulunmasın.” (Kâf, 50/17-18)

  Bu ayet, insanın amellerinin sürekli kaydedildiğini bildirmekte ve bireyin:

  • Sözlerine,
  • Davranışlarına
  •  İç dünyasına karşı dikkatli olmasını telkin etmektedir.

  Meleklerin bu sürekli gözetimi, bireyde ahlakî sorumluluk ve iç disiplin bilincini artırır.

8.3. Manevî Güç ve Destek Hissi

  Meleklerin varlığı, müminin yalnız olmadığı, zorluk anlarında ilahi destekle kuşatıldığı duygusunu güçlendirir.

  Özellikle Kur’an’da Bedir Savaşı sırasında meleklerin müminlere yardım ettiği belirtilmiştir:

“Rabbin, sana: ‘Ben size ardı ardına bin melekle yardım edeceğim’ diye vahyetmişti.” (Enfâl, 8/9)

   Bu yardım örnekleri, müminin hayat mücadelesinde moral ve motivasyon kaynağı olur:

  • Allah’ın rahmetinin ve kudretinin sürekli yanında olduğu bilinci oluşur
  • Yalnızlık, korku ve ümitsizlik duygularına karşı ruhî direnç gelişir.

8.4. İbadet Bilincinin Derinleşmesi

  Melekler, Allah’a sürekli olarak secde eden, O’nu tesbih eden varlıklardır (Nahl, 16/49).

  Bu özellikleriyle müminlere şu mesajı verirler:

  • İbadet, sadece yükümlülük değil, aynı zamanda varlığın doğal bir yönelimidir.
  • Meleklerin varlığı, insanı ibadetlerde devamlılığa ve huşu içinde bulunmaya teşvik eder.

  Bu bağlamda, meleklerin ibadet hali, mümine bir tür kulluk örneği sunar.

8.5. Ölüm ve Ahiret Bilincinin Güçlenmesi

  Meleklerin ölüm anında ruhu teslim almaları (Secde, 32/11) ve kabirde insanı sorguya çekmeleri (Münker-Nekir melekleri) gibi görevleri, bireyin ölüm ve sonrası için hazırlıklı olmasına vesile olur.

  • Meleklerin kabir hayatındaki rolleri, insanı hayatını daha bilinçli ve sorumluluk duygusuyla yaşama yönlendirir.
  • Ahiret hayatının kesinliği ve bu hayatta meleklerin şahitlik edeceği gerçeği, bireyin dünyada işlediği amelleri ciddiyetle değerlendirmesine yol açar.

8.6. Toplumsal Ahlâk ve Melek Bilinci

  Müminler arasında yapılan iyi niyetli sohbetlere, Allah’ı zikretmeye ve ilim meclislerine meleklerin katıldığına dair sahih hadisler vardır (bkz. Müslim, Zikir, 39).

Bu durum, bireylerin:

  • Kötü meclislerden kaçınmasına,
  • Salih kimselerle birlikte olma bilincinin güçlenmesine,
  • Toplumsal hayatta ahlâkî sorumluluğun yaygınlaşmasına katkıda bulunur.
    İnsanın her hareketini meleklerin kaydettiği düşüncesi, sadece bireysel değil, toplumsal düzeyde de dürüstlük, adil davranış ve emanet bilinci oluşturur.

Özetle:

Meleklere iman, bireyin:

  • Gayb âlemini tanımasını,
  • İlahi gözetim altında yaşadığını idrak etmesini,
  • Ahlaki ve manevi sorumluluk bilincini derinleştirmesini, 
  • İbadet hayatını canlandırmasını,
  • Ölüm ve ahiret gerçeğine hazırlıklı olmasını sağlar.

  Melek inancı, İslamî iman sisteminin sadece bir dogmatik unsur değil; bireyin ruh dünyasında derin etkiler bırakan bir manevî dinamik olarak işler.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...