Ana içeriğe atla

HZ. AİŞE'NİN EVLİLİK YAŞI MESELESİ

 


Hz. Âişe’nin Evlilik Yaşı Meselesi: Tarihî, Rivayet Temelli ve Eleştirel Bir Değerlendirme

Giriş

Hz. Peygamber’in üçüncü eşi olan Hz. Âişe’nin evlilik yaşı, İslam tarihinin en fazla tartışılan meselelerinden biridir. Bu konuda klasik hadis ve siyer kaynaklarında yer alan bilgiler ile modern çağın çocukluk kavramı ve sosyokültürel algısı arasında ciddi bir farklılık göze çarpmaktadır. Özellikle oryantalist literatürde ve modern eleştirilerde, Hz. Âişe’nin yaşı üzerinden Hz. Peygamber’in şahsiyetine yönelik ithamlar söz konusu olabilmektedir. Bu çalışmada, söz konusu rivayetlerin güvenilirliği, tarihî bağlam, alternatif görüşler ve günümüz tartışmaları bütüncül bir yaklaşımla ele alınacaktır.

1. Rivayetlerin Değerlendirilmesi

Hz. Âişe’nin evlilik yaşıyla ilgili en yaygın bilgi, onun altı yaşında nikâhlandığı ve dokuz yaşında zifafın gerçekleştiğidir. Bu bilgi başta Sahîh-i Buhârî ve Sahîh-i Müslim olmak üzere birçok hadis mecmuasında yer almaktadır. Rivayet, bizzat Hz. Âişe tarafından şu şekilde nakledilmiştir:

"Resûlullah benimle ben altı yaşında iken evlendi. Dokuz yaşımda zifaf yaptı."

Bu rivayet isnad açısından güçlü bir yapıya sahiptir ve hadis ilminde “müttefakun aleyh” (Buhârî ve Müslim’in ortak rivayeti) olduğu için sahih hadislerin en yüksek derecesi olarak kabul edilir. Ancak metin (içerik) açısından bazı eleştiriler söz konusudur. Eleştirilerin temelini, Hz. Âişe'nin yaşıyla ilgili bu rivayetin başka sahih rivayetlerle veya tarihsel gerçekliklerle ne ölçüde örtüştüğü oluşturur.

1.1. Rivayetin Sened Açısından Durumu

İlgili rivayetlerdeki raviler arasında Hişâm b. Urve gibi güvenilir isimler bulunmaktadır. Ancak bazı hadis tenkitçileri, Hişâm b. Urve’nin yaşlılık döneminde, özellikle Irak’a yerleştikten sonra rivayetlerinde bazı zayıflıkların ortaya çıktığını ileri sürmüşlerdir. Bu bağlamda, Ebû Reyye ve Mevdûdî gibi araştırmacılar, Hişâm’ın Irak döneminde hafızasının zayıfladığına ve söz konusu rivayetlerin çoğunun bu döneme ait olduğuna dikkat çekmişlerdir.

Bununla birlikte İmam Züheyr, Malik b. Enes gibi erken dönem muhaddisler, Hişâm’ı güvenilir kabul etmişlerdir. Yani sened açısından rivayetin “zayıf” sayılmasını gerektirecek genel bir kanaat oluşmamıştır.

1.2. Rivayetin Metin Açısından Eleştirisi

Metin tenkidi açısından değerlendirildiğinde, Hz. Âişe’nin 9 yaşında zifafının gerçekleştiğini bildiren rivayetle Hz. Peygamber’in hicretten önceki yıllarda Hz. Âişe’yi gördüğü ve bu sırada Hz. Hatice’nin hâlâ hayatta olduğu şeklindeki bazı siyer rivayetleri arasında çelişki ortaya çıkmaktadır. Zira bu durumda Hz. Âişe’nin evlilik yaşı daha büyük olmalıdır.

Ayrıca, Hz. Âişe’nin kendisinin, Bedir ve Uhud savaşlarında bazı faaliyetlerde bulunduğunu, hadis rivayetlerinde yer alan sözlerinden anlamaktayız. Bu faaliyetler, savaş ortamında belirli bir yaş ve fiziksel yeterlilik gerektirdiğinden, rivayet edilen yaşla tam bir uyum göstermeyebilir. Nitekim İbn Sa’d’ın Tabakât adlı eserinde, Hz. Âişe’nin Bedir’e katılmak istediği ama küçük bulunduğu için izin verilmediği, Uhud’a ise su taşıma hizmetleri için katıldığı belirtilir.

1.3. Rivayetin Tek Kaynaklı Olması

Hz. Âişe’nin evlilik yaşıyla ilgili rivayetlerin büyük bölümü onun bizzat kendisine dayanmakta ve aynı rivayet zinciri üzerinden aktarılmaktadır. Yani, bu bilgi farklı sahabeler veya tarihî olaylar aracılığıyla müteaddit kanallardan gelen "mütevâtir" bir mahiyet taşımamaktadır. Bu da rivayetin "ahad haber" kategorisinde değerlendirilmesini gerektirir ki bu tür haberler itikadî meselelerde değil, amelî meselelerde delil kabul edilmiştir.

Özellikle çağdaş hadis eleştirmenleri, bir haberin sahih kabul edilmesinin onun tarihsel doğruluğu anlamına gelmeyebileceğini, çünkü sened sahih olsa dahi metinde tarihî bağlamla uyumsuzluk olabileceğini belirtmektedirler.

1.4. Rivayetlerin Siyer Literatürüyle Uyumu

Siyer kaynaklarında, Hz. Âişe’nin evlilik sürecine dair anlatılar rivayetlerle genellikle paralellik arz etmektedir. Ancak doğrudan yaş belirtilmeyen bazı siyer rivayetleri, Hz. Âişe'nin daha büyük yaşta evlenmiş olabileceğine dair çıkarımlara da imkân tanımaktadır. Bu tür çıkarımlar özellikle İbn Hişâm, İbn Sa’d ve Taberî gibi müelliflerin eserlerinde görülebilir.

2. Alternatif Tarihî Veriler

Hz. Âişe’nin evlilik yaşıyla ilgili rivayetlerin dışında, dönemin kronolojisine ve sahâbîlerin yaşlarına dair diğer veriler üzerinden yapılan bazı tarihsel analizler, bu rivayetlerin yorumunu farklılaştırma imkânı sunmaktadır. Bu alternatif veriler, özellikle Hz. Âişe’nin doğum yılına dair yapılan kronolojik değerlendirmelerle ve ailesinin diğer bireylerinin yaşlarıyla ilişkilidir. Aşağıda bu verilerden bazıları sistematik biçimde ele alınmıştır.

2.1. Esmâ bint Ebî Bekir’in Yaşı Üzerinden

Hz. Âişe’nin ablası Esmâ bint Ebî Bekir’in yaşı üzerinden yapılan çıkarımlar, en sık başvurulan karşılaştırmalardandır. İbn Kesîr’in el-Bidâye ve’n-Nihâye adlı eserinde verdiği bilgiye göre, Esmâ hicret yılında 27 yaşındaydı:

"Esmâ bint Ebî Bekir, hicret yılı itibarıyla 27 yaşında idi ve Hz. Âişe’den 10 yaş büyüktü."

Bu durumda Hz. Âişe’nin hicret yılında 17 yaşında olması gerekir. Hicretten üç yıl sonra (Medine döneminde) evliliğin gerçekleştiği bilgisiyle bu hesap birleştirildiğinde, zifafın gerçekleştiği yıl Hz. Âişe'nin yaşının 19-20 civarında olduğu sonucu ortaya çıkar.

Bu hesaplama, klasik rivayetlerdeki "9 yaş" bilgisiyle çelişmektedir. Bu sebeple bazı araştırmacılar, hadis rivayetindeki yaş bilgisinin ya yanlış anlaşılmış ya da sonradan metne dâhil edilmiş olabileceğini ileri sürmüşlerdir.

2.2. Hz. Âişe’nin Önceki Nişanı

Siyer kaynaklarına göre Hz. Âişe, Hz. Peygamber’le evlenmeden önce Cübeyr b. Mut’im ile nişanlıydı. Bu bilgi, onun küçük bir çocuk değil, evlenme çağına gelmiş bir birey olduğunu düşündürmektedir. Cübeyr’in ailesi, Ebû Bekir’in Müslüman oluşundan sonra bu nişanı bozmuştur.

O dönemde nişanların çocuk yaşta yapılması nadir değilse de, nişanın ardından kısa süre içinde evlilik beklenirdi. Bu bağlamda, Hz. Âişe’nin evlilik çağına yakın bir yaşta olması gerektiği düşünülür.

2.3. Hicretten Önce Vahyin Etkisini Anlayacak Yaşta Olması

Hz. Âişe’nin, Mekke döneminde inen bazı ayetlerle ilgili yorumlarda bulunmuş olması ve vahyin inişine dair hatıralar nakletmesi, onun İslam'ın ilk yıllarında yaşını anlamlandıracak bir seviyede olduğunu göstermektedir. Örneğin, “İlk mü’min kadınlardan biri olduğu” yönünde rivayetler vardır. Eğer Hz. Âişe gerçekten hicretten kısa bir süre önce doğmuş olsaydı, Mekke dönemine dair bu tür hatıraları taşıması mümkün olmazdı.

2.4. Bedir ve Uhud Gazvelerine Katılım

Hz. Âişe, Bedir Gazvesi’ne katılmak istemiş, ancak yaşça küçük bulunduğu için kabul edilmemiştir. Uhud Gazvesi’ne ise katılmış ve savaş sırasında orduya su taşımıştır. Bu faaliyet, fiziksel ve duygusal olgunluk gerektirir. Eğer zifafın gerçekleştiği dönemde 9 yaşında olmuş olsaydı, Uhud Gazvesi zamanında henüz 10 yaşında olması gerekirdi. Bu ise askeri seferde aktif görev almasıyla çelişmektedir.

2.5. Doğum Yılı Üzerinden Yapılan Tarihsel Hesaplamalar

Bazı araştırmacılar, Hz. Âişe’nin doğum yılını miladi takvime göre hesaplamaya çalışmışlardır. Bu hesaplamalarda, Hz. Âişe’nin doğum tarihi genellikle h. 4 yıl önce (yaklaşık M. 614) olarak verilir. Eğer bu doğru kabul edilirse, hicret yılı olan 622 yılında Hz. Âişe yaklaşık 8 yaşında olur. Bu durumda zifafın gerçekleştiği yıl 11 yaşına denk gelir ki bu, klasik rivayetle yakınlık gösterse de yukarıda zikredilen verilerle çelişkilidir.

 Ancak başka rivayetlere göre, Hz. Âişe’nin İslam'dan önce doğduğu, hatta bazı müşriklerin onun üzerinden Ebû Bekir’e baskı kurmaya çalıştıkları da aktarılmıştır. Bu rivayetler onun daha büyük yaşta olduğunu destekleyen dolaylı delillerdir.

3. Arap Toplumunda Evlilik Yaşı ve Ergenlik

Hz. Âişe'nin evlilik yaşıyla ilgili rivayetlerin anlaşılabilmesi, sadece bireysel veriler üzerinden değil, aynı zamanda 7. yüzyıl Arap toplumunun sosyokültürel yapısı çerçevesinde değerlendirilmelidir. Bu dönemde çocukluk, ergenlik ve yetişkinlik gibi çağların sınırları, modern pedagojik ya da psikolojik normlardan oldukça farklıydı. Dolayısıyla Hz. Âişe’nin evliliğini modern çağın çocuk hakları ve yaş algısıyla değerlendirmek anakronik (tarih dışı) bir yaklaşım olacaktır.

3.1. Ergenlik Kavramı ve Evlilik Ehliyeti

İslam fıkhına göre evliliğin geçerlilik şartlarından biri, tarafların büluğa (ergenliğe) ermiş olmasıdır. Fakat bazı mezheplerde, velinin izniyle ergenlikten önce nikâh akdi yapılması, fakat zifafın büluğdan sonra gerçekleştirilmesi caiz görülmüştür. Bu uygulama, fıkhî literatürde "velâyet-i icbâr" kapsamında değerlendirilir. Ancak İmam Ebû Hanîfe gibi bazı fakihler, nikâh akdine ehliyet için yalnızca biyolojik değil, aynı zamanda aklî rüştü de dikkate almışlardır.

Hanefî mezhebine göre:

“Evlilik, büluğla birlikte rüşt şartına bağlıdır. Henüz rüşde ermemiş kimseler için velî izni gerekir ve bu evlilik menfaat unsuru taşımalıdır.”

Bu çerçevede, Hz. Âişe’nin nikâhının çocuk yaşta gerçekleşmiş olması durumunda dahi, bu evliliğin zifafla tamamlanması onun büluğa erdiği yaşa denk gelir. Dolayısıyla İslam hukuku açısından evlilik akdi değil, zifafın zamanı, bireyin fiziksel ve psikolojik yeterliliği bakımından esas alınmıştır.

3.2. Dönemin Toplumsal Normları

7. yüzyıl Arap yarımadası gibi sıcak iklimli bölgelerde biyolojik ergenlik yaşı, günümüzden daha erken gerçekleşmekteydi. Bu durum hem antropolojik hem de tıbbi araştırmalarla da desteklenmektedir. Ayrıca kadınların evliliği ve doğurganlık çağı çok daha erken yaşlarda başlamakta; bu da sosyal olarak normal kabul edilmekteydi. Nitekim sadece İslam toplumunda değil, o dönemin Bizans, Sasani ve Yahudi toplumlarında da erken yaşta evlilik oldukça yaygındı.

Ayrıca kabile toplumlarının sosyal dokusunda evlilikler sadece bireyler arası özel bir birliktelik değil, aileler arası siyasi ve sosyal ittifak anlamı da taşımaktaydı. Hz. Âişe'nin Hz. Peygamber ile evlenmesi, sadece bir eş seçimi değil, aynı zamanda Hz. Ebû Bekir ile olan güçlü dostluğu pekiştiren bir sembol niteliği taşımaktadır.

3.3. Hz. Peygamber’in Genel Evlilik Profili

Hz. Peygamber’in evlilik hayatı incelendiğinde, hayatının büyük kısmını tek eşli olarak geçirdiği görülmektedir. Hz. Hatice ile 25 yıl süren evliliği sırasında başka bir evlilik yapmamış, Hz. Hatice’nin vefatından sonra ise daha çok sosyal ve siyasi nedenlere dayalı evlilikler yapmıştır. Bu evliliklerin neredeyse tamamı dul, yaşça büyük ya da çocuklu kadınlarla yapılmıştır. Dolayısıyla Hz. Âişe evliliği, Hz. Peygamber’in özel bir eğilimini değil, istisnai bir durum olarak değerlendirilmelidir.

Bu durum, onun şahsiyetinde çocuklara yönelik herhangi bir olumsuz yönelimin değil, o dönemin sosyal teamüllerinin, ailevi-siyasi stratejilerin ve fıkhî kabullerin belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır.

3.4. Modern Eleştirilere Tarihsel Bağlamla Cevap

Modern zamanlarda Hz. Âişe’nin yaşı üzerinden yapılan eleştirilerde çoğu zaman, bugünkü “çocukluk” anlayışı esas alınmakta ve tarihsel şartlar göz ardı edilmektedir. Oysa tarihsellik ilkesine göre bir eylem, ait olduğu bağlamda değerlendirilmelidir. Sosyal bilimlerde sıkça vurgulanan "tarihsel görecelilik" ilkesi, kültürel olguların evrensel normlarla değil, kendi çağlarının şartlarıyla anlaşılmasını zorunlu kılar.

 Bu sebeple Hz. Âişe’nin evliliği, çağdaş çocuk evlilikleriyle benzeştirilmemeli, bağlamsal olarak değerlendirilmeli ve Hz. Peygamber’in bu evliliği gerçekleştirme tarzı, onun genel hayat ahlâkı ve toplumsal sorumluluğu çerçevesinde ele alınmalıdır.

4. Modern Yaklaşımlar ve Eleştiriler

Hz. Âişe’nin evlilik yaşı, modern çağda özellikle seküler hukuk sistemleri ve çocuk hakları açısından tartışmalara konu olmuştur. Bu tartışmaların merkezinde, Hz. Peygamber’in evlilik pratiğinin günümüz değerleriyle uyuşup uyuşmadığı sorusu yer almaktadır. Konu, sadece İslam karşıtı söylemlerce değil, aynı zamanda bazı Müslüman entelektüeller tarafından da farklı bir bakış açısıyla ele alınmaktadır. Bu bölümde, hem oryantalist yaklaşımlar hem de Müslüman düşünürlerin modern okumaları değerlendirilecektir.

4.1. Oryantalist Yaklaşımlar

19. ve 20. yüzyılda İslam dünyasını inceleyen bazı oryantalistler, Hz. Âişe’nin yaşı üzerinden Hz. Peygamber’in şahsiyetini sorgulamış ve onu Batı’nın modern değer yargılarına göre yargılamaya çalışmıştır. Özellikle William Muir, David Margoliouth, Montgomery Watt gibi isimler, bu evliliği "pedofili" gibi ağır ithamlarla değerlendirmiştir.

Bu yaklaşım hem metodolojik hem de tarihsel olarak sorunludur. Zira tarihsel olayları çağdaş değer yargılarıyla değerlendirmek anakronik bir hatadır. Nitekim aynı dönemlerde Avrupa toplumlarında da küçük yaşta evlilikler, hem aristokrasi hem de köylü sınıfı arasında yaygın bir uygulamaydı. Bu durum, erken yaş evliliklerinin yalnızca İslam toplumlarına özgü olmadığını, genel olarak insanlık tarihine ait bir pratik olduğunu göstermektedir.

Ayrıca oryantalist çalışmaların çoğunun, Hristiyan teolojik yaklaşımının etkisiyle şekillenmiş olması, tarafsızlık açısından soru işaretlerine yol açmaktadır. Bu nedenle Hz. Âişe’nin evliliğini merkeze alarak Hz. Peygamber’in karakterine yönelik oluşturulan negatif imaj, hem akademik etik açısından hem de bilimsel nesnellik ilkesi bakımından eleştiriye açıktır.

4.2. Müslüman Aydınların Eleştirileri ve Yorumları

Çağdaş dönemde bazı Müslüman araştırmacılar da bu konuya eleştirel bir perspektifle yaklaşmıştır. Özellikle Mahmud Ebû Reyye, Muhammed Gazâlî, Fazlur Rahman, İlhami Güler gibi isimler, Hz. Âişe’nin yaşıyla ilgili rivayetlerin sahih kabul edilse dahi tarihsel bağlamda yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savunmuşlardır. Bu yaklaşımlar, rivayetlerin mutlak doğru kabul edilmesi yerine tarihsel verilerle yeniden okunmasını önermektedir.

Örneğin İlhami Güler, “Hz. Peygamber’in evliliklerinin çoğunun dul ve yaşça büyük kadınlarla olması, onun bu konuda istisnai bir tutuma sahip olmadığını göstermektedir” diyerek, Hz. Âişe ile evliliğin farklı dinamiklerle açıklanabileceğini belirtir.

Bununla birlikte birçok klasik âlim, bu tür eleştirileri zayıf bulmuş ve sahih hadis rivayetlerinin dışına çıkmayı tehlikeli bulmuşlardır. İbn Hacer, Nevevî, İbn Kayyım el-Cevziyye gibi âlimler, Hz. Âişe’nin yaşını belirten rivayetleri tereddütsüz kabul etmiş ve bunun herhangi bir ahlaki zaaf barındırmadığını ifade etmişlerdir.

4.3. Uluslararası İnsan Hakları Belgeleri ve “Çocuk” Tanımı

Bugünkü uluslararası normlar, özellikle Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi (1989) çerçevesinde "18 yaş altı birey"i çocuk kabul etmektedir. Bu tanım, evrensel değil, modern döneme özgü bir sosyal inşadır. Oysa 7. yüzyıl Arabistan’ında ergenliğe eren bir kız, toplumsal olarak "kadın" sayılmakta, aile kurma ve sosyal sorumluluk üstlenme bakımından yeterli görülmekteydi.

Dolayısıyla Hz. Âişe’nin evliliğini bu sözleşme kriterlerine göre değerlendirmek, onun tarihî ve toplumsal bağlamını görmezden gelmek olur. Ayrıca modern dönemde de bazı bölgelerde -özellikle sıcak iklim kuşağında- biyolojik gelişim daha erken yaşlarda tamamlandığı için, evlilik yaşı da farklılık arz etmektedir.

4.4. Hz. Peygamber’in Evlilik Pratiklerinin Bütüncül Okunması

Hz. Peygamber’in evlilik hayatı bütünüyle değerlendirildiğinde, onun kadınlara yönelik saygılı ve adaletli tutumu, genç eşini koruyup eğitici bir yaklaşımla yetiştirmesi ve hiçbir eşine zorbalık yapmaması, bu evliliğin modern çağın "çocuk istismarı" algısıyla bağdaşmadığını gösterir. Nitekim Hz. Âişe, sonraki yıllarda İslam ilim geleneğinde öne çıkan en etkili kadın âlimlerden biri olmuş, 2000'den fazla hadis rivayet etmiş ve büyük sahâbîler tarafından kendisine danışılmıştır.

Bu durum, onun evlilik süreci sonrasında ezilen veya mağdur edilen biri olmadığını, aksine ilmi, ahlakı ve toplumsal katkısıyla parlayan bir figür olduğunu göstermektedir.

Sonuç

Hz. Âişe’nin evlilik yaşı, İslam tarihi literatüründe sahih hadislerle sabit bir bilgi olarak aktarılmış olsa da, bu bilginin anlamlandırılması hem rivayetlerin mahiyeti hem de tarihî bağlam açısından dikkatli bir şekilde ele alınmalıdır. Bu çalışmada görüldüğü üzere, hadis kaynaklarında yer alan “altı yaşında nikâh, dokuz yaşında zifaf” bilgisi sened açısından güvenilir olsa da, metin tenkidi, tarihî veriler ve kronolojik analizler bu rivayetin yorumlanabilir olduğunu göstermektedir.

Hz. Âişe’nin yaşına dair farklı tarihsel ipuçları, onun evliliği sırasında klasik kaynaklarda rivayet edilenden daha büyük yaşta olabileceğine işaret etmektedir. Esmâ bint Ebî Bekir’in yaşı, Mekke dönemine dair Hz. Âişe’nin hatıraları, savaşlara katılımı ve nişan geçmişi gibi veriler, bu konuda daha esnek bir okumanın mümkün olduğunu ortaya koymaktadır.

Bununla birlikte, erken yaşta evliliğin dönemin Arap toplumu için olağan ve normatif bir uygulama olduğu da unutulmamalıdır. Hz. Âişe’nin evliliği ne tekil bir istisna ne de bir ahlâk dışı durum olarak değerlendirilmelidir. Aksine, bu evlilik, bir Peygamberin toplumsal şartlar içinde gerçekleştirdiği meşru bir birliktelik olup, modern çağın değer yargılarıyla yargılanması anakronik bir hata olacaktır.

Oryantalist çevrelerin bu evlilik üzerinden Hz. Peygamber’e yönelttiği ithamlar ise, tarihsel bağlamı göz ardı eden indirgemeci ve ideolojik okumaların bir sonucudur. Buna karşılık, bazı Müslüman entelektüellerin alternatif tarihsel veriler ışığında getirdiği eleştiriler, rivayetlerin daha derinlikli anlaşılmasına katkı sağlamaktadır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus, Hz. Peygamber’in evlilik hayatını bütüncül ve dengeli bir şekilde değerlendirmektir. Zira onun eşlerine karşı sergilediği yüksek ahlak, adalet, nezaket ve eğitimci kimliği, evliliklerinin arka planını doğru anlamamız açısından belirleyici olmalıdır.

Sonuç olarak, Hz. Âişe’nin yaşı üzerinden yürütülen tartışmaların, sadece bir sayısal veriye değil, aynı zamanda tarihsel koşullara, toplum yapısına, dinî geleneklere ve Hz. Peygamber’in ahlâkî bütünlüğüne odaklanarak ele alınması elzemdir. Aksi takdirde, hem rivayet ilminin değeri zedelenmekte hem de Peygamberimizin örnekliği eksik ya da hatalı anlaşılmaktadır.





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...