Ana içeriğe atla

HZ. PEYGAMBERİN SON YILLARI VE VEFATI

 


HZ. PEYGAMBERİN SON YILLARI VE VEFATI

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatının son dönemi, İslam toplumunun siyasi, coğrafi ve itikadî bakımdan büyük bir olgunluğa ulaştığı; aynı zamanda Hz. Peygamber’in tebliğ görevini tamamladığı bir dönemdir. Bu dönem, hicretin 9. ve 10. yıllarını kapsar ve birçok açıdan İslam’ın kurumsallaştığı, devletlerarası ilişkilerin yoğunlaştığı ve Hz. Peygamber’in dünya hayatına veda etmeye hazırlandığı kritik bir zaman dilimidir.

Bu süreçte:

  • Arap yarımadasındaki kabileler topluca İslam’a girmeye başlamış
  •  Hz. Peygamber ilk ve son kez haccını yapmış ve ümmete veda niteliğindeki hutbesini irad etmiş,
  •  Aynı zamanda vahyin tamamlanmak üzere olduğu hissedilmiş
  • Hz. Peygamber hastalanmış, vasiyetlerini açıklamış ve son günlerini ailesiyle geçirmiştir.

Bu dönem hem peygamberliğin tamamlandığı, hem de İslam ümmetinin yeni bir döneme hazırlandığı bir geçiş devresi olarak değerlendirilmelidir.

1. Heyetler

1.1. Hicrî 9. Yıl – Elçiler ve Heyetler Yılı

Hz. Peygamber’in hicretinin dokuzuncu yılı, İslam tarihinde “elçiler yılı” veya “heyetler yılı” (ʿâmü’l-vufûd) olarak anılmıştır. Bu dönemde Arap yarımadasının dört bir yanından gelen kabile heyetleri, Medine’ye giderek Hz. Peygamber’le bizzat görüşmüş ve çoğunluğu İslam’ı kabul etmiştir. Bazı heyetler ise dinî-siyasî antlaşmalar yapmış, dinlerini koruyarak cizye ödemeyi kabul etmiştir.

Bu gelişme, Hudeybiye Antlaşması (H.6) ve Mekke’nin Fethi (H.8) gibi kritik olayların ardından Müslümanların siyasi ve dinî itibarının bölgede tam olarak tesis edilmesinin bir sonucudur.

1.2. Heyetlerin Geliş Sebepleri

Heyetler farklı amaçlarla Medine’ye gelmiştir:

  • İslam’ı tanımak ve kabul etmek,
  • Hz. Peygamber’den bizzat dinî eğitim almak
  • Antlaşma yapmak ve güvenlik garantisi almak,
  • Bazı durumlarda sorular sormak ve fikrî tartışmalar yürütmek.

Hz. Peygamber, her kabileye anlayış ve kültür düzeyine uygun bir tebliğ diliyle yaklaşmış; bazen öğretici sahabileri o bölgelere göndererek kalıcı irşad heyetleri kurmuştur.

1.3. Başlıca Heyetler

Necran Hristiyan Heyeti: Daha önce detaylandırdığımız gibi, Necran’dan gelen heyet, Hz. Peygamber ile üç gün süren ilahîlik ve teslis konulu tartışmalar yürütmüş ve İslam’a girmeyip barış yolunu seçmiştir.

Tay Kabilesi Heyeti: Meşhur şair ve lider Adi b. Hatim, Tay kabilesi adına gelmiş, önce çekimser kalmış, sonra İslam’ı benimsemiştir. Hz. Peygamber’in adaleti ve ileri görüşlülüğü onu etkilemiştir.

Abdulkays Kabilesi Heyeti: Bu heyet, İslam’ı kabul eden ve Hz. Peygamber’in elçisi tarafından eğitilen ilk topluluklardan biridir. Hz. Peygamber onların faziletini övmüş ve fıkhî konularda bilgilendirmiştir.

Benî Temîm, Benî Hanîfe, Benî Saʿd, Benî ʿÂmir gibi çok sayıda kabilenin heyetleri Medine’ye gelerek İslam’a girmiş, bazılarıyla karşılıklı yazılı antlaşmalar imzalanmıştır.

1.4. Diplomasi ve Liderlik Açısından Anlamı

Bu süreç, Hz. Peygamber’in yalnızca bir peygamber değil, aynı zamanda uluslararası bir devlet başkanı ve başarılı bir diplomat olduğunu gösterir. Her heyetle ayrı ayrı ilgilenmesi, onları iyi karşılaması ve farklı stratejilerle ikna etmeye çalışması, çok dinli ve çok kültürlü bir toplumda liderliğin nasıl yürütüleceğine dair ilkeleri göstermektedir.

1.5. Dini ve Toplumsal Sonuçlar 

  •  İslam, Arap yarımadasında merkezi bir inanç ve siyaset sistemi hâline gelmiştir.
  • Farklı inançlardan topluluklar, Müslümanlarla barışçıl ilişki kurmak için Medine'ye gelmiş, bu da İslam'ın caydırıcı ve kuşatıcı gücünü göstermiştir
  • Hz. Peygamber’in eğittiği sahabiler vasıtasıyla bu kabilelerde kalıcı İslami eğitim ve irşad merkezleri kurulmuştur.
  • İslam’ın yayılışı artık bireysel tebliğden çıkmış, toplu kabul ve kurumsal yapıya dönüşmüştür.

2. Veda Haccı ve Hutbesi

2.1. Veda Haccının Tarihî Bağlamı

Hz. Muhammed (s.a.v.), risalet görevinin son yılında, Hicretin 10. yılında (M. 632) ilk ve son kez hac ibadetini bizzat kendisi yerine getirmiştir. Bu hac, onun son haccı olması nedeniyle İslam tarihinde “Haccetü’l-Vedâ” (Veda Haccı) olarak adlandırılmıştır.

Hz. Peygamber bu hacca yaklaşık 120.000 sahabî ile birlikte çıkmıştır. Bu sayı, onun risalet süresi boyunca ulaştığı en geniş ümmet topluluğunu temsil eder. Bu hac, hem ibadet pratiği açısından hem de Hz. Peygamber’in ümmete bıraktığı son dinî-sosyal vasiyetlerin ifadesi olması yönüyle çok büyük bir önem taşır.

2.2. Hac Süreci ve İbadet Yönü

Hz. Peygamber, hac yolculuğuna Medine’den Zilkade ayının sonlarında çıkmış ve Zilhicce'nin 4’ünde Mekke’ye ulaşmıştır. Mikât yeri olan Zülhuleyfe’de ihrama girerek “lebbeyk” diyerek niyet etmiş, hacda yapılması gereken tüm menasiki (tavaf, sa’y, vakfe, kurban, tıraş vb.) yerine getirmiştir. Bu süreçte Müslümanlara haccın doğru uygulanışını bizzat göstermiş ve örnek olmuştur.

Hz. Peygamber’in bu hac sırasında yaptığı uygulamalar, İslam fıkhında “Hacc-ı Nebevî” olarak özel bir yere sahip olmuş; hac menasikinde sünnetin bağlayıcılığı açısından temel referans kabul edilmiştir.

2.3. Veda Hutbesi: Evrensel Mesajlar

Hz. Peygamber, Arafat’ta, Veda Haccı’nın en önemli günü olan Zilhicce'nin 9. günü, devesi Kasvâ'nın sırtında durarak meşhur “Veda Hutbesi”ni irad etmiştir. Bu hutbe, İslam’ın temel ahlâkî, sosyal, hukuki ve dinî ilkelerini özetleyen bir ümmet manifestosu niteliğindedir.

Hutbede öne çıkan başlıca mesajlar şunlardır:

·         Can, mal ve namus dokunulmazlığı: “Bugününüz, bu şehriniz ve bu ayınız nasıl kutsal ise, canlarınız, mallarınız ve ırzlarınız da öylece kutsaldır.”

·         Faiz ve kan davalarının kaldırılması: “Câhiliyeye ait faiz kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım faiz, amcam Abbas’ın faizidir.”

·         Kadın hakları ve aile düzeni: “Kadınlar sizin emanetinizdir. Onlara iyi davranın.”

·         Kardeşlik ve eşitlik ilkesi: “Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha, siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”

·         Kur’an ve Sünnet’e bağlılık: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sarıldığınız sürece asla sapmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Resûlü’nün sünneti.”

·         Tebliğ görevinin tamamlanması: “Tebliğ ettim mi?” sahabilerin “evet” cevabına karşılık “Allah’ım şahit ol!” diyerek hutbeyi sonlandırmıştır.

2.4. Kur’an’ın Tamamlandığına İşaret

Veda Haccı sırasında Arafat’ta inen şu ayet, İslam’ın dinî sisteminin tamamlandığını ilan eden mesajı taşımaktadır:

“Bugün size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.”

(Mâide, 5/3)

Bu ayet, Hz. Peygamber’in risalet misyonunun artık tamamlanmak üzere olduğunu göstermiş ve sahabiler üzerinde derin bir hüzün oluşturmuştur.

2.5. Veda Haccı’nın Tarihî ve Evrensel Etkileri

Siyasal Açıdan:Hz. Peygamber, bu konuşmasıyla tüm ümmetin önünde liderliğini hukuk, adalet ve ahlâk ilkeleriyle perçinlemiş ve kendi döneminden sonraki yönetime ışık tutmuştur.

Toplumsal Açıdan: Eşitlik, kardeşlik ve insanlık onuru ilkeleri, 7. yüzyılda o zamana dek görülmemiş bir toplumsal sözleşmenin temelini oluşturmuştur.

İbadet Açıdan: Veda Haccı, İslam ibadet sisteminde hac farizasının uygulamalı şekli olarak nesiller boyunca aktarılan bir sünnet zinciri başlatmıştır.

3. Hz. Peygamberin Vefatından Önce Bazı Gelişmeler

Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatının son aylarında meydana gelen gelişmeler, hem onun risaletinin sona yaklaştığını göstermekte hem de İslam toplumunu bu büyük ayrılığa siyasi, dinî ve psikolojik açıdan hazırlamaktadır. Bu gelişmeler, hem Kur’an vahyinin yavaşlaması hem de Hz. Peygamber’in hastalığı sürecindeki davranışlarıyla netleşmiştir.

3.1. Vahyin Seyrekleşmesi ve Veda Niteliği Taşıyan Ayetler

Veda Haccı sırasında nazil olan “Bugün size dininizi kemale erdirdim…” (Mâide, 5/3) ayeti, Hz. Peygamber’in risaletinin tamamlandığını ima etmiş ve sahabiler tarafından büyük bir vedalaşma mesajı olarak algılanmıştır. Hz. Ömer bu ayetin inişini duyduğunda ağlamış; zira bu, görevin tamamlandığı ve ayrılığın yaklaştığı anlamına geliyordu.

Bu dönemde gelen vahiylerin çoğu, daha çok hüküm koymaktan ziyade tamamlayıcı, hatırlatıcı ve ümmeti sorumluluğa çağırıcı niteliktedir.

3.2. Usame Ordusunun Hazırlanması

Hz. Peygamber, hastalanmadan hemen önce, Hz. Zeyd b. Hârise’nin oğlu Üsâme’yi kumandan tayin ederek Şam tarafına gönderilmek üzere bir ordu hazırlamıştır. Orduya; Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû Ubeyde b. Cerrah gibi ileri gelen sahabiler de dâhil edilmişti.

Bu tercih, bazı sahabiler tarafından genç yaşına rağmen Üsâme’nin komutan yapılmasına itiraz şeklinde karşılık bulmuştur. Ancak Hz. Peygamber bu itirazlara karşı çıkarak: “Babası (Zeyd) ne güzel komutandı, oğlu da öyledir. buyurarak onun liyakatine işaret etmiştir.

Bu ordu, Hz. Peygamber’in hastalığı nedeniyle yola çıkamamış; ancak onun vefatından sonra Hz. Ebû Bekir tarafından görevine gönderilmiştir. Bu durum, Hz. Peygamber’in ümmeti dış tehditlere karşı hazırlıklı kılmak ve İslam’ın dış politikasını sürdürmek istediğini gösterir.

3.3. Camiye Çıkıp Hitap Etmesi ve Vedalaşması

Hz. Peygamber hastalığı ilerledikçe minbere çıkarak birkaç kez ümmete hitap etmiştir. Bu konuşmalarda:

  •  “Kime borcum varsa gelsin alsın, kime haksızlık ettiysem hakkını alsın” diyerek kendini kamu önünde muhasebeye açmıştır,
  • “Sakın beni gereğinden fazla övmeyin; ben sadece Allah’ın kulu ve elçisiyim” diyerek tevazu ve dengeyi vurgulamıştır,
  •  “Ashâbıma, Ebû Bekir’e ayrı bir teşekkür borçluyum” diyerek onu öne çıkaran ifadelerde bulunmuştur.

Bu hutbeler, hem bir vedalaşma konuşması, hem de ümmetin dikkatini İslam’ın ilkelerine çekmeye yönelik son nasihatlerdir.

3.4. Kalem – Kırtas Hadisesi

Hz. Peygamber, hastalığının ilerlediği bir günde sahabilerden kendisine yazı malzemesi getirmelerini istemiş ve “size bir yazı yazayım ki benden sonra asla sapıtmayasınız” buyurmuştur. Ancak orada bulunan bazı sahabiler arasında anlaşmazlık çıkmış, Hz. Ömer “Allah’ın Kitabı bize yeter” demiş ve Hz. Peygamber, tartışmanın büyümesini istemeyerek bu isteğinden vazgeçmiştir.

Bu olay, literatürde “Hadîsetü’l-Kırtâs” (kalem-kâğıt olayı) olarak geçmiştir ve fıkhî-siyasi tartışmalara konu olmuştur. Bu hadise, Hz. Peygamber’in ümmetine yazılı bir şey bırakmak istediğini, ancak ortamın buna uygun olmadığını gösteren önemli bir kronik olaydır.

3.5. Hz. Âişe’nin Odasında Kalma İzni ve Hastalığın Giderek Ağırlaşması

Hz. Peygamber, hastalığı ilerleyince, eşlerinden izin alarak Hz. Âişe’nin odasında kalmak istemiş, orada vefat etmiştir. Son günlerinde: Ateşi artmış, Sahabilerle namaza çıkamaz hâle gelmiş, Ancak birkaç kez camiye omuzlara alınarak çıkmış ve kısa nasihatlerde bulunmuştur. O son günlerde en çok tekrarladığı cümlelerden biri şudur:

“Namaza, namaza! Ellerinizin altındaki kölelere iyi davranın!”

Bu cümleler, Hz. Peygamber’in ümmete bıraktığı iki temel emaneti (ibadet ve adalet) hatırlatarak hayata veda ettiğini gösterir.

4. Hz. Peygamberin Vefatı

4.1. Vefat Günü ve Yeri

Hz. Muhammed (s.a.v.), Hicrî 11. yılın Rebiülevvel ayının 12. günü, Pazartesi sabahı Medine’de Hz. Âişe’nin odasında vefat etmiştir. Miladî olarak bu tarih, 8 Haziran 632 olarak kabul edilir. Vefat ettiği sırada 63 yaşındaydı ve hastalığı yaklaşık 13 gün sürmüştü.

Son anlarında başını Hz. Âişe’nin göğsüne yaslamış, gözleri açık olarak semaya bakmış, son sözlerinden biri şudur:

“Refîku’l-A‘lâ... Refîku’l-A‘lâ...”

(Yüce Dost’a... Yüce Dost’a gitmek istiyorum.)

Bu sözler, onun dünya ile bağını kopardığını ve Rabbine kavuşmayı arzu ettiğini gösteren derin bir teslimiyet ve huzur ifadesidir.

4.2. Sahabilerin İlk Tepkileri

Hz. Peygamber’in vefatı, sahabiler üzerinde derin bir sarsıntı etkisi yaratmıştır. Bu olay, sadece bir liderin ölümü değil; aynı zamanda peygamberliğin sona ermesi ve vahyin artık gelmeyecek olması anlamına geliyordu. Bu durum, birçok sahabiyi büyük bir şaşkınlığa sürüklemiştir:

Hz. Ömer, duyduğunda büyük bir şok yaşamış ve “Kim Muhammed öldü derse, boynunu vururum!” diyerek inkâr etmeye yeltenmiştir. Onun bu tepkisi, bir inkâr değil; psikolojik bir sarsıntı, bir peygamberin ölmesinin kabul edilemezliği duygusuydu.

Hz. Ebû Bekir, durumu kontrol altına almış ve Mescid-i Nebevî’de şu tarihî konuşmayı yapmıştır:

“Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir ve asla ölmez.”

Sonra şu ayeti okumuştur:

“Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir…” (Âl-i İmrân, 3/144)

Bu konuşma, toplumu derleyip toparlamış; ümmetin duygusal sarsıntıdan aklî bilinç düzeyine geçmesini sağlamıştır.

4.3. Vefat Sonrası Defin Süreci

Hz. Peygamber’in vefatı sonrası sahabiler kısa süreli bir belirsizlik yaşamış, cenazenin ne zaman ve nereye defnedileceği soruları gündeme gelmiştir. En sonunda şu karara varılmıştır:

  • Peygamberler, vefat ettikleri yere defnedilir.
  • Bu nedenle Hz. Peygamber, Hz. Âişe’nin odasına, yani vefat ettiği yere gömülmüştür
  • Cenazesi Salı günü öğleye doğru yıkanmış, kefenlenmiş ve bireysel olarak gruplar hâlinde namazı kılınmıştır. Herkes imamsız olarak, doğrudan Hz. Peygamber’in arkasında dua etmiştir.

4.4. Tarihî ve Siyasi Kırılma

Hz. Peygamber’in vefatı, İslam tarihinde ilk otorite boşluğu krizine de neden olmuştur. Henüz defin gerçekleşmeden önce, Medine'de halifenin kim olacağı tartışması başlamıştır. Ensar ve Muhacirler arasında yapılan görüşmeler sonunda Hz. Ebû Bekir’in halifeliği üzerinde ittifak sağlanmıştır.

Bu durum, İslam siyaset düşüncesinde:

  • Dinî otoritenin artık vahiy ile değil, şûrâ ile belirleneceği,
  • Toplumun geleceğinin insan eliyle yönetileceği bir döneme girildiğini göstermiştir.

4.5. Teolojik ve Toplumsal Etki

Hz. Peygamber’in vefatı:

  •  Risaletin tamamlandığını, artık yeni bir peygamber gelmeyeceğini
  •  Kur’an’ın nihai ve eksiksiz bir vahiy olarak insanlığa bırakıldığını,
  • Ve İslam’ın artık toplum eliyle korunup taşınacak bir sorumluluk hâline geldiğini ifade eder.

Bu olay, Müslüman toplum için büyük bir kayıp olmakla birlikte, aynı zamanda olgunluk ve kurumsallaşma sürecinin başlangıcı olmuştur.

5. Hz. Peygamberin Mirası

Hz. Muhammed (s.a.v.), dünya hayatından ayrılırken maddî bir servet ya da siyasi güç değil; inanç, ahlâk, ilke ve örneklik temelinde bir miras bırakmıştır. Bu miras, hem ümmetin hem de insanlığın yolunu aydınlatan evrensel değerler sistemidir.

5.1. Kur’an-ı Kerim

Hz. Peygamber’in en büyük ve kalıcı mirası Allah’tan aldığı vahiy olan Kur’an’dır. Kur’an, hem bir inanç kitabı, hem hukukî düzenleyici, hem de ahlâkî bir rehberdir. Onun vefatıyla vahiy tamamlanmış, Kur’an’ın korunması ümmete emanet edilmiştir. Bu kitap, nesiller boyunca İslam medeniyetinin temel referans kaynağı olmuştur.

5.2. Sünnet ve Siyer (Yaşayan Model)

Hz. Peygamber, Kur’an’ı sadece tebliğ eden değil, aynı zamanda tatbik eden kişidir. Onun sözleri (hadisler), fiilleri ve onayları (sünnet) ümmet için Kur’an’ın yaşanabilirliğini gösteren pratik örnekler hâlini almıştır. Bu yönüyle sünnet: 

  • İbadetlerin şekillenmesinde
  • Ahlâkî davranışların oluşmasında
  • Siyaset, adalet ve toplum düzeninin inşasında rehberlik edici bir mirastır.

 5.3. İnsan Modeli ve Ahlâkî Miras

Hz. Peygamber’in şahsında tezahür eden ahlâkî miras, Kur’an’da “Muhakkak ki sen yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 68/4) ayetiyle övülmüştür. Onun mirası, yalnızca bir inanç sistemi değil; aynı zamanda

  • Tevazu ve merhamet
  • Adalet ve danışma,
  • Cesaret ve sabır,
  • Emanete riayet ve dürüstlük,

gibi temel insanî ve İslamî değerlerin temsilidir. Hz. Peygamber bu yönüyle sadece Müslümanlara değil, insanlığın tamamına ahlâkî bir örnek olarak kalmıştır.

5.4. Kurumsallaşmış Bir İslam Toplumu

Hz. Peygamber’in vefat ettiği sırada, Medine merkezli bir İslam devleti teşekkül etmiş, şûrâ prensibine dayalı bir yönetim yapısı oluşmuş, hukukî düzenlemeler ve sosyal ilkeler uygulamaya konmuştu. Bu yönüyle onun mirası:

  • Toplumsal eşitlik
  • Ekonomik adalet,
  • Kadınların korunması,
  • Sosyal dayanışma,
  • Savaş ve barış hukuku
gibi alanlarda evrensel ilkelere dayalı bir sistem kurmuştur.

5.5. Manevî Mesaj: Tevhit ve Kulluk Bilinci

Hz. Peygamber’in asıl hedefi, insanları Allah’a kul olmaya çağırmak olmuştur. Onun hayatı boyunca verdiği mücadele, bireyi:

  • Allah’a bağlayan, 
  • Dünya sevgisini dengeleyen
  •  Ahiret bilinciyle sorumlu kılan

bir kulluk idraki üzerine kurulmuştur. Bu yönüyle mirası, her çağda Müslümanlar için dinamik bir uyanış ve yön bulma kaynağıdır.

5.6. Hz. Peygamber’in Kendi Sözleriyle Mirası

Hz. Peygamber, kendisinin geride ne bıraktığını açıkça şu ifadeyle ortaya koymuştur:

“Biz peygamberler miras bırakmayız. Bizim bıraktığımız sadece ilimdir.”

(Buhârî, İlim 39)

Dolayısıyla onun bıraktığı asıl miras, ilmî birikim, hikmet ve hidayet rehberliğidir.

Sonuç: Mirasın Taşınması Ümmetin Sorumluluğudur

Hz. Peygamber’in maddî miras bırakmaması, onun hayatının bir bütün olarak dinî, ahlâkî ve insanî sorumluluklar üzerine kurulduğunu göstermektedir. Bu miras, yalnızca geçmişin anısı değil; her çağın Müslümanı için aktif bir rehberlik çağrısıdır.

Onun hayatı, ümmeti için hem bir model, hem de istikamet verici bir kıble niteliğindedir. Bu mirasın korunması ve taşınması, ilmiyle, ahlâkıyla ve adaletiyle yaşayan ümmetin en büyük görevidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...