HZ.
PEYGAMBERİN SON YILLARI VE VEFATI
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatının
son dönemi, İslam toplumunun siyasi, coğrafi ve itikadî bakımdan büyük bir
olgunluğa ulaştığı; aynı zamanda Hz. Peygamber’in tebliğ görevini tamamladığı
bir dönemdir. Bu dönem, hicretin 9. ve 10. yıllarını kapsar ve birçok açıdan
İslam’ın kurumsallaştığı, devletlerarası ilişkilerin yoğunlaştığı ve Hz.
Peygamber’in dünya hayatına veda etmeye hazırlandığı kritik bir zaman
dilimidir.
Bu süreçte:
- Arap yarımadasındaki kabileler topluca İslam’a girmeye başlamış
- Hz. Peygamber ilk ve son kez haccını yapmış ve ümmete veda niteliğindeki hutbesini irad etmiş,
- Aynı zamanda vahyin tamamlanmak üzere olduğu hissedilmiş
- Hz. Peygamber hastalanmış, vasiyetlerini açıklamış ve son günlerini ailesiyle geçirmiştir.
Bu dönem hem peygamberliğin
tamamlandığı, hem de İslam ümmetinin yeni bir döneme hazırlandığı bir geçiş
devresi olarak değerlendirilmelidir.
1.
Heyetler
1.1.
Hicrî 9. Yıl – Elçiler ve Heyetler Yılı
Hz. Peygamber’in hicretinin
dokuzuncu yılı, İslam tarihinde “elçiler yılı” veya “heyetler yılı”
(ʿâmü’l-vufûd) olarak anılmıştır. Bu dönemde Arap yarımadasının dört bir
yanından gelen kabile heyetleri, Medine’ye giderek Hz. Peygamber’le bizzat
görüşmüş ve çoğunluğu İslam’ı kabul etmiştir. Bazı heyetler ise dinî-siyasî
antlaşmalar yapmış, dinlerini koruyarak cizye ödemeyi kabul etmiştir.
Bu gelişme, Hudeybiye Antlaşması
(H.6) ve Mekke’nin Fethi (H.8) gibi kritik olayların ardından Müslümanların
siyasi ve dinî itibarının bölgede tam olarak tesis edilmesinin bir sonucudur.
1.2.
Heyetlerin Geliş Sebepleri
Heyetler farklı amaçlarla Medine’ye gelmiştir:
- İslam’ı tanımak ve kabul etmek,
- Hz. Peygamber’den bizzat dinî eğitim almak
- Antlaşma yapmak ve güvenlik garantisi almak,
- Bazı durumlarda sorular sormak ve fikrî tartışmalar yürütmek.
Hz. Peygamber, her kabileye anlayış
ve kültür düzeyine uygun bir tebliğ diliyle yaklaşmış; bazen öğretici
sahabileri o bölgelere göndererek kalıcı irşad heyetleri kurmuştur.
1.3.
Başlıca Heyetler
Necran Hristiyan Heyeti: Daha önce detaylandırdığımız gibi, Necran’dan gelen heyet, Hz.
Peygamber ile üç gün süren ilahîlik ve teslis konulu tartışmalar yürütmüş ve
İslam’a girmeyip barış yolunu seçmiştir.
Tay Kabilesi Heyeti: Meşhur şair ve lider Adi b. Hatim, Tay kabilesi adına gelmiş, önce
çekimser kalmış, sonra İslam’ı benimsemiştir. Hz. Peygamber’in adaleti ve ileri
görüşlülüğü onu etkilemiştir.
Abdulkays Kabilesi Heyeti: Bu heyet, İslam’ı kabul eden ve Hz. Peygamber’in elçisi tarafından
eğitilen ilk topluluklardan biridir. Hz. Peygamber onların faziletini övmüş ve
fıkhî konularda bilgilendirmiştir.
Benî Temîm, Benî Hanîfe, Benî Saʿd,
Benî ʿÂmir gibi çok sayıda kabilenin heyetleri Medine’ye gelerek İslam’a
girmiş, bazılarıyla karşılıklı yazılı antlaşmalar imzalanmıştır.
1.4. Diplomasi ve Liderlik Açısından Anlamı
Bu süreç, Hz. Peygamber’in yalnızca
bir peygamber değil, aynı zamanda uluslararası bir devlet başkanı ve başarılı
bir diplomat olduğunu gösterir. Her heyetle ayrı ayrı ilgilenmesi, onları iyi
karşılaması ve farklı stratejilerle ikna etmeye çalışması, çok dinli ve çok
kültürlü bir toplumda liderliğin nasıl yürütüleceğine dair ilkeleri
göstermektedir.
1.5. Dini ve Toplumsal Sonuçlar
- İslam, Arap yarımadasında merkezi bir inanç ve siyaset sistemi hâline gelmiştir.
- Farklı inançlardan topluluklar, Müslümanlarla barışçıl ilişki kurmak için Medine'ye gelmiş, bu da İslam'ın caydırıcı ve kuşatıcı gücünü göstermiştir
- Hz. Peygamber’in eğittiği sahabiler vasıtasıyla bu kabilelerde kalıcı İslami eğitim ve irşad merkezleri kurulmuştur.
- İslam’ın yayılışı artık bireysel tebliğden çıkmış, toplu kabul ve kurumsal yapıya dönüşmüştür.
2.
Veda Haccı ve Hutbesi
2.1.
Veda Haccının Tarihî Bağlamı
Hz. Muhammed (s.a.v.), risalet
görevinin son yılında, Hicretin 10. yılında (M. 632) ilk ve son kez hac
ibadetini bizzat kendisi yerine getirmiştir. Bu hac, onun son haccı olması
nedeniyle İslam tarihinde “Haccetü’l-Vedâ” (Veda Haccı) olarak
adlandırılmıştır.
Hz. Peygamber bu hacca yaklaşık
120.000 sahabî ile birlikte çıkmıştır. Bu sayı, onun risalet süresi boyunca
ulaştığı en geniş ümmet topluluğunu temsil eder. Bu hac, hem ibadet pratiği
açısından hem de Hz. Peygamber’in ümmete bıraktığı son dinî-sosyal vasiyetlerin
ifadesi olması yönüyle çok büyük bir önem taşır.
2.2.
Hac Süreci ve İbadet Yönü
Hz. Peygamber, hac yolculuğuna
Medine’den Zilkade ayının sonlarında çıkmış ve Zilhicce'nin 4’ünde Mekke’ye
ulaşmıştır. Mikât yeri olan Zülhuleyfe’de ihrama girerek “lebbeyk” diyerek
niyet etmiş, hacda yapılması gereken tüm menasiki (tavaf, sa’y, vakfe, kurban,
tıraş vb.) yerine getirmiştir. Bu süreçte Müslümanlara haccın doğru
uygulanışını bizzat göstermiş ve örnek olmuştur.
Hz. Peygamber’in bu hac sırasında
yaptığı uygulamalar, İslam fıkhında “Hacc-ı Nebevî” olarak özel bir yere sahip
olmuş; hac menasikinde sünnetin bağlayıcılığı açısından temel referans kabul
edilmiştir.
2.3.
Veda Hutbesi: Evrensel Mesajlar
Hz. Peygamber, Arafat’ta, Veda
Haccı’nın en önemli günü olan Zilhicce'nin 9. günü, devesi Kasvâ'nın sırtında
durarak meşhur “Veda Hutbesi”ni irad etmiştir. Bu hutbe, İslam’ın temel ahlâkî,
sosyal, hukuki ve dinî ilkelerini özetleyen bir ümmet manifestosu
niteliğindedir.
Hutbede öne çıkan başlıca mesajlar
şunlardır:
·
Can, mal ve namus dokunulmazlığı: “Bugününüz, bu şehriniz ve bu ayınız nasıl kutsal ise, canlarınız,
mallarınız ve ırzlarınız da öylece kutsaldır.”
·
Faiz ve kan davalarının kaldırılması: “Câhiliyeye ait faiz kaldırılmıştır. İlk kaldırdığım faiz, amcam
Abbas’ın faizidir.”
·
Kadın hakları ve aile düzeni: “Kadınlar sizin emanetinizdir. Onlara iyi davranın.”
·
Kardeşlik ve eşitlik ilkesi: “Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap’a; beyazın siyaha,
siyahın beyaza üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir.”
·
Kur’an ve Sünnet’e bağlılık: “Size iki şey bırakıyorum. Onlara sarıldığınız sürece asla
sapmazsınız: Allah’ın Kitabı ve Resûlü’nün sünneti.”
·
Tebliğ görevinin tamamlanması: “Tebliğ ettim mi?” sahabilerin “evet” cevabına karşılık “Allah’ım
şahit ol!” diyerek hutbeyi sonlandırmıştır.
2.4. Kur’an’ın Tamamlandığına İşaret
Veda Haccı sırasında Arafat’ta inen
şu ayet, İslam’ın dinî sisteminin tamamlandığını ilan eden mesajı taşımaktadır:
“Bugün size dininizi kemale
erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim.”
(Mâide, 5/3)
Bu ayet, Hz. Peygamber’in risalet
misyonunun artık tamamlanmak üzere olduğunu göstermiş ve sahabiler üzerinde
derin bir hüzün oluşturmuştur.
2.5.
Veda Haccı’nın Tarihî ve Evrensel Etkileri
Siyasal Açıdan:Hz. Peygamber, bu konuşmasıyla tüm ümmetin önünde liderliğini
hukuk, adalet ve ahlâk ilkeleriyle perçinlemiş ve kendi döneminden sonraki
yönetime ışık tutmuştur.
Toplumsal Açıdan: Eşitlik, kardeşlik ve insanlık onuru ilkeleri, 7. yüzyılda o
zamana dek görülmemiş bir toplumsal sözleşmenin temelini oluşturmuştur.
İbadet Açıdan: Veda Haccı, İslam ibadet sisteminde hac farizasının uygulamalı
şekli olarak nesiller boyunca aktarılan bir sünnet zinciri başlatmıştır.
3.
Hz. Peygamberin Vefatından Önce Bazı Gelişmeler
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hayatının
son aylarında meydana gelen gelişmeler, hem onun risaletinin sona yaklaştığını
göstermekte hem de İslam toplumunu bu büyük ayrılığa siyasi, dinî ve psikolojik
açıdan hazırlamaktadır. Bu gelişmeler, hem Kur’an vahyinin yavaşlaması hem de
Hz. Peygamber’in hastalığı sürecindeki davranışlarıyla netleşmiştir.
3.1.
Vahyin Seyrekleşmesi ve Veda Niteliği Taşıyan Ayetler
Veda Haccı sırasında nazil olan
“Bugün size dininizi kemale erdirdim…” (Mâide, 5/3) ayeti, Hz. Peygamber’in
risaletinin tamamlandığını ima etmiş ve sahabiler tarafından büyük bir
vedalaşma mesajı olarak algılanmıştır. Hz. Ömer bu ayetin inişini duyduğunda
ağlamış; zira bu, görevin tamamlandığı ve ayrılığın yaklaştığı anlamına
geliyordu.
Bu dönemde gelen vahiylerin çoğu,
daha çok hüküm koymaktan ziyade tamamlayıcı, hatırlatıcı ve ümmeti sorumluluğa
çağırıcı niteliktedir.
3.2.
Usame Ordusunun Hazırlanması
Hz. Peygamber, hastalanmadan hemen
önce, Hz. Zeyd b. Hârise’nin oğlu Üsâme’yi kumandan tayin ederek Şam tarafına
gönderilmek üzere bir ordu hazırlamıştır. Orduya; Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer, Ebû
Ubeyde b. Cerrah gibi ileri gelen sahabiler de dâhil edilmişti.
Bu tercih, bazı sahabiler tarafından
genç yaşına rağmen Üsâme’nin komutan yapılmasına itiraz şeklinde karşılık
bulmuştur. Ancak Hz. Peygamber bu itirazlara karşı çıkarak: “Babası (Zeyd) ne
güzel komutandı, oğlu da öyledir. buyurarak onun liyakatine işaret etmiştir.
Bu ordu, Hz. Peygamber’in hastalığı
nedeniyle yola çıkamamış; ancak onun vefatından sonra Hz. Ebû Bekir tarafından
görevine gönderilmiştir. Bu durum, Hz. Peygamber’in ümmeti dış tehditlere karşı
hazırlıklı kılmak ve İslam’ın dış politikasını sürdürmek istediğini gösterir.
3.3.
Camiye Çıkıp Hitap Etmesi ve Vedalaşması
Hz. Peygamber hastalığı ilerledikçe minbere çıkarak birkaç kez ümmete hitap etmiştir. Bu konuşmalarda:
- “Kime borcum varsa gelsin alsın, kime haksızlık ettiysem hakkını alsın” diyerek kendini kamu önünde muhasebeye açmıştır,
- “Sakın beni gereğinden fazla övmeyin; ben sadece Allah’ın kulu ve elçisiyim” diyerek tevazu ve dengeyi vurgulamıştır,
- “Ashâbıma, Ebû Bekir’e ayrı bir teşekkür borçluyum” diyerek onu öne çıkaran ifadelerde bulunmuştur.
Bu hutbeler, hem bir vedalaşma
konuşması, hem de ümmetin dikkatini İslam’ın ilkelerine çekmeye yönelik son
nasihatlerdir.
3.4.
Kalem – Kırtas Hadisesi
Hz. Peygamber, hastalığının
ilerlediği bir günde sahabilerden kendisine yazı malzemesi getirmelerini
istemiş ve “size bir yazı yazayım ki benden sonra asla sapıtmayasınız”
buyurmuştur. Ancak orada bulunan bazı sahabiler arasında anlaşmazlık çıkmış,
Hz. Ömer “Allah’ın Kitabı bize yeter” demiş ve Hz. Peygamber, tartışmanın
büyümesini istemeyerek bu isteğinden vazgeçmiştir.
Bu olay, literatürde
“Hadîsetü’l-Kırtâs” (kalem-kâğıt olayı) olarak geçmiştir ve fıkhî-siyasi
tartışmalara konu olmuştur. Bu hadise, Hz. Peygamber’in ümmetine yazılı bir şey
bırakmak istediğini, ancak ortamın buna uygun olmadığını gösteren önemli bir
kronik olaydır.
3.5.
Hz. Âişe’nin Odasında Kalma İzni ve Hastalığın Giderek Ağırlaşması
Hz. Peygamber, hastalığı
ilerleyince, eşlerinden izin alarak Hz. Âişe’nin odasında kalmak istemiş, orada
vefat etmiştir. Son günlerinde: Ateşi artmış, Sahabilerle namaza çıkamaz hâle
gelmiş, Ancak birkaç kez camiye omuzlara alınarak çıkmış ve kısa nasihatlerde
bulunmuştur. O son günlerde en çok tekrarladığı cümlelerden biri şudur:
“Namaza, namaza! Ellerinizin
altındaki kölelere iyi davranın!”
Bu cümleler, Hz. Peygamber’in ümmete
bıraktığı iki temel emaneti (ibadet ve adalet) hatırlatarak hayata veda
ettiğini gösterir.
4.
Hz. Peygamberin Vefatı
4.1.
Vefat Günü ve Yeri
Hz. Muhammed (s.a.v.), Hicrî 11.
yılın Rebiülevvel ayının 12. günü, Pazartesi sabahı Medine’de Hz. Âişe’nin
odasında vefat etmiştir. Miladî olarak bu tarih, 8 Haziran 632 olarak kabul
edilir. Vefat ettiği sırada 63 yaşındaydı ve hastalığı yaklaşık 13 gün
sürmüştü.
Son anlarında başını Hz. Âişe’nin
göğsüne yaslamış, gözleri açık olarak semaya bakmış, son sözlerinden biri
şudur:
“Refîku’l-A‘lâ... Refîku’l-A‘lâ...”
(Yüce Dost’a... Yüce Dost’a gitmek
istiyorum.)
Bu sözler, onun dünya ile bağını
kopardığını ve Rabbine kavuşmayı arzu ettiğini gösteren derin bir teslimiyet ve
huzur ifadesidir.
4.2.
Sahabilerin İlk Tepkileri
Hz. Peygamber’in vefatı, sahabiler
üzerinde derin bir sarsıntı etkisi yaratmıştır. Bu olay, sadece bir liderin
ölümü değil; aynı zamanda peygamberliğin sona ermesi ve vahyin artık gelmeyecek
olması anlamına geliyordu. Bu durum, birçok sahabiyi büyük bir şaşkınlığa
sürüklemiştir:
Hz. Ömer, duyduğunda büyük bir şok
yaşamış ve “Kim Muhammed öldü derse, boynunu vururum!” diyerek inkâr etmeye
yeltenmiştir. Onun bu tepkisi, bir inkâr değil; psikolojik bir sarsıntı, bir
peygamberin ölmesinin kabul edilemezliği duygusuydu.
Hz. Ebû Bekir, durumu kontrol altına
almış ve Mescid-i Nebevî’de şu tarihî konuşmayı yapmıştır:
“Kim Muhammed’e tapıyorsa, bilsin ki
Muhammed ölmüştür. Kim Allah’a tapıyorsa, Allah diridir ve asla ölmez.”
Sonra şu ayeti okumuştur:
“Muhammed sadece bir elçidir. Ondan önce de nice elçiler gelip geçmiştir…” (Âl-i İmrân, 3/144)
Bu konuşma, toplumu derleyip toparlamış; ümmetin duygusal sarsıntıdan aklî bilinç düzeyine geçmesini sağlamıştır.
4.3.
Vefat Sonrası Defin Süreci
Hz. Peygamber’in vefatı sonrası sahabiler kısa süreli bir belirsizlik yaşamış, cenazenin ne zaman ve nereye defnedileceği soruları gündeme gelmiştir. En sonunda şu karara varılmıştır:
- Peygamberler, vefat ettikleri yere defnedilir.
- Bu nedenle Hz. Peygamber, Hz. Âişe’nin odasına, yani vefat ettiği yere gömülmüştür
- Cenazesi Salı günü öğleye doğru yıkanmış, kefenlenmiş ve bireysel olarak gruplar hâlinde namazı kılınmıştır. Herkes imamsız olarak, doğrudan Hz. Peygamber’in arkasında dua etmiştir.
4.4.
Tarihî ve Siyasi Kırılma
Hz. Peygamber’in vefatı, İslam
tarihinde ilk otorite boşluğu krizine de neden olmuştur. Henüz defin
gerçekleşmeden önce, Medine'de halifenin kim olacağı tartışması başlamıştır.
Ensar ve Muhacirler arasında yapılan görüşmeler sonunda Hz. Ebû Bekir’in
halifeliği üzerinde ittifak sağlanmıştır.
Bu durum, İslam siyaset düşüncesinde:
- Dinî otoritenin artık vahiy ile değil, şûrâ ile belirleneceği,
- Toplumun geleceğinin insan eliyle yönetileceği bir döneme girildiğini göstermiştir.
4.5.
Teolojik ve Toplumsal Etki
Hz. Peygamber’in vefatı:
- Risaletin tamamlandığını, artık yeni bir peygamber gelmeyeceğini
- Kur’an’ın nihai ve eksiksiz bir vahiy olarak insanlığa bırakıldığını,
- Ve İslam’ın artık toplum eliyle korunup taşınacak bir sorumluluk hâline geldiğini ifade eder.
Bu olay, Müslüman toplum için büyük
bir kayıp olmakla birlikte, aynı zamanda olgunluk ve kurumsallaşma sürecinin
başlangıcı olmuştur.
5.
Hz. Peygamberin Mirası
Hz. Muhammed (s.a.v.), dünya
hayatından ayrılırken maddî bir servet ya da siyasi güç değil; inanç, ahlâk,
ilke ve örneklik temelinde bir miras bırakmıştır. Bu miras, hem ümmetin hem de
insanlığın yolunu aydınlatan evrensel değerler sistemidir.
5.1.
Kur’an-ı Kerim
Hz. Peygamber’in en büyük ve kalıcı
mirası Allah’tan aldığı vahiy olan Kur’an’dır. Kur’an, hem bir inanç kitabı,
hem hukukî düzenleyici, hem de ahlâkî bir rehberdir. Onun vefatıyla vahiy
tamamlanmış, Kur’an’ın korunması ümmete emanet edilmiştir. Bu kitap, nesiller
boyunca İslam medeniyetinin temel referans kaynağı olmuştur.
5.2.
Sünnet ve Siyer (Yaşayan Model)
Hz. Peygamber, Kur’an’ı sadece tebliğ eden değil, aynı zamanda tatbik eden kişidir. Onun sözleri (hadisler), fiilleri ve onayları (sünnet) ümmet için Kur’an’ın yaşanabilirliğini gösteren pratik örnekler hâlini almıştır. Bu yönüyle sünnet:
- İbadetlerin şekillenmesinde
- Ahlâkî davranışların oluşmasında
- Siyaset, adalet ve toplum düzeninin inşasında rehberlik edici bir mirastır.
Hz. Peygamber’in şahsında tezahür eden ahlâkî miras, Kur’an’da “Muhakkak ki sen yüce bir ahlâk üzeresin” (Kalem, 68/4) ayetiyle övülmüştür. Onun mirası, yalnızca bir inanç sistemi değil; aynı zamanda
- Tevazu ve merhamet
- Adalet ve danışma,
- Cesaret ve sabır,
- Emanete riayet ve dürüstlük,
gibi temel insanî ve İslamî
değerlerin temsilidir. Hz. Peygamber bu yönüyle sadece Müslümanlara değil,
insanlığın tamamına ahlâkî bir örnek olarak kalmıştır.
5.4.
Kurumsallaşmış Bir İslam Toplumu
Hz. Peygamber’in vefat ettiği sırada, Medine merkezli bir İslam devleti teşekkül etmiş, şûrâ prensibine dayalı bir yönetim yapısı oluşmuş, hukukî düzenlemeler ve sosyal ilkeler uygulamaya konmuştu. Bu yönüyle onun mirası:
- Toplumsal eşitlik
- Ekonomik adalet,
- Kadınların korunması,
- Sosyal dayanışma,
- Savaş ve barış hukuku
5.5.
Manevî Mesaj: Tevhit ve Kulluk Bilinci
Hz. Peygamber’in asıl hedefi, insanları Allah’a kul olmaya çağırmak olmuştur. Onun hayatı boyunca verdiği mücadele, bireyi:
- Allah’a bağlayan,
- Dünya sevgisini dengeleyen
- Ahiret bilinciyle sorumlu kılan
bir kulluk idraki üzerine
kurulmuştur. Bu yönüyle mirası, her çağda Müslümanlar için dinamik bir uyanış
ve yön bulma kaynağıdır.
5.6.
Hz. Peygamber’in Kendi Sözleriyle Mirası
Hz. Peygamber, kendisinin geride ne
bıraktığını açıkça şu ifadeyle ortaya koymuştur:
“Biz peygamberler miras bırakmayız.
Bizim bıraktığımız sadece ilimdir.”
(Buhârî, İlim 39)
Dolayısıyla onun bıraktığı asıl
miras, ilmî birikim, hikmet ve hidayet rehberliğidir.
Sonuç:
Mirasın Taşınması Ümmetin Sorumluluğudur
Hz. Peygamber’in maddî miras
bırakmaması, onun hayatının bir bütün olarak dinî, ahlâkî ve insanî
sorumluluklar üzerine kurulduğunu göstermektedir. Bu miras, yalnızca geçmişin
anısı değil; her çağın Müslümanı için aktif bir rehberlik çağrısıdır.
Onun hayatı, ümmeti için hem bir
model, hem de istikamet verici bir kıble niteliğindedir. Bu mirasın korunması
ve taşınması, ilmiyle, ahlâkıyla ve adaletiyle yaşayan ümmetin en büyük
görevidir.
Yorumlar
Yorum Gönder