Ana içeriğe atla

KİTAPLARA İMAN

 


KİTAPLARA İMAN

1. Kutsal Kitaplara Duyulan İhtiyaç

İnsanın yaratılışı gereği, hakikat arayışı onun fıtratında mevcuttur. Varlığın anlamı, hayatın gayesi, iyi-kötü ayrımı, doğru davranış biçimleri gibi sorulara cevap arayan insan, sadece aklıyla bu sorulara tam ve mutlak cevaplar veremez. Aklın sınırlılığı, duyuların yanılabilirliği ve nefsin etkisi, insanın rehberliğe muhtaç olduğunu ortaya koyar. İşte bu noktada vahiy, yani Allah’ın kullarına doğruyu bildirmesi devreye girer.

Vahiy, insanın kendi çabasıyla ulaşamayacağı ilahi hakikatleri bildirme görevini üstlenir. Bu hakikatlerin kalıcı olması ve insanlığa örnek olacak şekilde yazılı hale getirilmesi ise kutsal kitaplar vasıtasıyla gerçekleşmiştir. Kutsal kitaplar, sadece bilgi verme aracı değil; aynı zamanda bir yaşam rehberi, bir hukuk sistemi ve bir ahlak öğretisidir. Toplumların bireysel ve kolektif yapısını düzenleyen bu kitaplar, ilahi iradenin insanlar üzerindeki tezahürüdür.

Tarih boyunca gönderilen peygamberler, kendilerine indirilen kitaplar sayesinde toplumlarını ıslah etmiş, zulmün yerine adaleti, cehaletin yerine ilmi, karanlığın yerine aydınlığı getirmiştir. Ancak peygamberlerin vefatıyla birlikte onların sözlü beyanları zamanla unutulmuş; ilahi mesajın tahrif edilmesiyle hakikatin üzeri örtülmüştür. Bu nedenle, Allah Teâlâ bazı mesajlarını yazılı metinler şeklinde göndermiştir ki, tahrife karşı daha korunaklı olsun.

Özellikle Kur’an-ı Kerim’in nazil olmasıyla birlikte, bu ihtiyaç en üst düzeyde karşılanmıştır. Çünkü Kur’an, hem lafzı hem manası ile Allah’tandır ve kıyamete kadar geçerli olacak bir ilahi hitaptır. Önceki kitapların zamanla tahrife uğraması da gösteriyor ki, insanlık her çağda yeni bir vahiy ve bu vahyin yazılı şekli olan bir kitaba muhtaç olmuştur. Bu sebeple, kutsal kitaplara duyulan ihtiyaç yalnızca tarihsel bir gereklilik değil, aynı zamanda insanın hakikate erişme arzusu ve manevi gelişimi için zaruri bir temeldir.

2. İman Esası Olarak Kitaplara İman

İslam inanç sisteminde “kitaplara iman”, imanın altı temel esasından biri olarak kabul edilir. Bu, yalnızca Kur’an-ı Kerim’e değil; Allah Teâlâ tarafından gönderilmiş bütün ilahi kitaplara ve suhuflara iman etmeyi gerektirir. Kur’an’da, “Peygamber, Rabbinden kendisine indirilene iman etti, müminler de (iman ettiler). Her biri Allah’a, meleklerine, kitaplarına ve peygamberlerine iman etti…” (Bakara, 2/285) buyrularak, kitaplara imanın mümin kimliğinin ayrılmaz bir parçası olduğu vurgulanır.

Kitaplara iman; onların Allah tarafından gönderildiğine, doğru ve hakikatli olduğuna, içinde bulunan bilgilerin -indirildiği haliyle- doğruyu gösterdiğine, insanların dünya ve ahiret saadeti için gerekli esasları içerdiğine inanmayı ifade eder. Mümin, bu kitapların her birini gönderildiği şekliyle tasdik eder; fakat Kur’an’ın haber verdiği üzere önceki kitapların zamanla tahrif edildiğini de kabul eder. Bu bakımdan, bugünkü Tevrat ve İncil’in asli hâllerinden uzak olduğu, ilahi kelam olmaktan çok beşeri müdahelelere açık hale geldiği bilinmektedir.

İman esası olarak kitaplara iman, salt bir onaylamadan ibaret değildir. Bu iman, kişinin hayatını vahye göre şekillendirmesini, vahyin ahlaki ilkelerine bağlı kalmasını ve Kur’an’ı son ve evrensel rehber olarak kabul etmesini içerir. Kur’an’a iman etmek, onu okumak, anlamak, yaşamak ve hükümlerine teslim olmak gibi aktif sorumlulukları da beraberinde getirir. Kur’an, önceki kitapların hem tasdikçisi hem de koruyucusu ve düzelticisidir. Bu yönüyle Kur’an’a iman, diğer kitaplara da iman etmiş olmanın nihai ve en sağlam ifadesidir.

Ayrıca kitaplara iman, peygamberlik kurumu ile de doğrudan ilişkilidir. Çünkü kitaplar peygamberler aracılığıyla indirilmiş, onların dilinden ve hayatından topluma aktarılmıştır. Dolayısıyla kitaplara iman, aynı zamanda peygamberlere imanı da pekiştirir. Bu çerçevede, kitaplara iman etmek; hem vahyin ilahi kaynağını kabul etmeyi, hem de bu vahyin insanlık üzerindeki hikmetini, bağlayıcılığını ve dönüştürücü gücünü tasdik etmeyi gerektirir.

3. Vahyin Sonucu: Kutsal Kitaplar

Vahiy, kelime anlamıyla “gizli ve hızlı bir şekilde bildirmek” demektir. Terim olarak ise Allah Teâlâ’nın, kullarından dilediğine ilahi mesajı iletmesi sürecidir. Bu iletim kimi zaman melek aracılığıyla, kimi zaman ilham yoluyla ya da doğrudan bir sözlü hitap şeklinde gerçekleşmiştir. Vahyin temel amacı, insanı hakikate ulaştırmak, doğru inanç ve davranış ilkelerini öğretmek, onu dünya ve ahiret saadetine yönlendirmektir.

İslam düşüncesine göre vahiy, insan aklının tek başına ulaşamayacağı mutlak bilgiyi insanlığa ulaştırır. Bu bilgi, ilk zamanlarda sözlü vahiy şeklinde tebliğ edilse de zamanla yazıya geçirilerek korunması gerekmiştir. Böylece vahiy metinleri, kutsal kitaplar hâline getirilmiştir. Kutsal kitaplar, ilahi iradenin insanlığa yönelik sistematik beyanlarıdır. Bu kitaplar sadece bireysel ibadetleri değil, toplum düzenini, ahlakı, hukuku ve sosyal adaleti de kapsayan kapsamlı bir hayat nizamı sunar.

Kutsal kitapların ortaya çıkışı, vahyin sürekliliği ve kuşaklar arası aktarımı açısından da büyük önem taşır. Zira sözlü vahiy zamanla unutulabilir veya tahrife uğrayabilir. Bu sebeple, vahyin yazılı forma dönüşmesi yani kutsal kitapların oluşumu, ilahi mesajın korunabilirliği ve evrenselliği için bir zorunluluktur. Kitaplaştırılan vahiy, hem peygamberin ölümünden sonra onun mesajını yaşatır, hem de o toplumla sınırlı kalmayıp sonraki nesillere de hitap eder.

Kur’an-ı Kerim’in ifadesiyle önceki ümmetlere Tevrat, Zebur ve İncil gibi kitaplar indirilmiş; bu kitaplar vahyin birer tezahürü olmuştur. Kur’an ise bu sürecin son halkası olarak hem öncekileri tasdik eden hem de onların eksik ya da tahrif edilmiş yönlerini düzelten nihai vahiy metnidir. Nitekim Kur’an, “Onların ardından da, yanlarındaki Tevrat’ı ve İncil’i doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa’yı gönderdik ve ona da, kendinden öncekileri doğrulayan, muttakiler için bir hidayet ve öğüt olan İncil’i verdik.” (Maide, 5/46) buyurarak bu zincirin sürekliliğini ortaya koyar.

Sonuç olarak, kutsal kitaplar, Allah’ın kullarına yönelttiği mesajın hem belgesi hem de mirasıdır. Vahiy olmadan kitaplar olmaz; kitaplar olmadan da vahyin izini takip etmek mümkün değildir. Bu sebeple, kutsal kitaplar, vahyin en somut ve evrensel sonucu olarak insanlığın en değerli kılavuzlarıdır.

4. İlahi Kitaplar

İlahi kitaplar, Allah Teâlâ’nın, kullarına peygamberleri aracılığıyla gönderdiği, içerisinde inanç, ibadet, ahlak ve hukuk esaslarını barındıran vahiy metinleridir. Bu kitaplar, yalnızca bireyin manevî dünyasını değil, aynı zamanda toplumun sosyal yapısını da düzenlemeyi amaçlayan birer ilahî rehber hüviyetindedir. İlahi kitapların temel özelliği, beşer aklını aşan ve Allah’tan gelen bilgi olmalarıdır. Onlar, insanın kendi çabasıyla ulaştığı felsefi düşüncelerden ya da kültürel geleneklerden farklı olarak, doğrudan ilahi iradenin tezahürü olarak değerlendirilir.

Kur’an-ı Kerim’de bu kitaplardan bazılarının ismi açıkça zikredilmiştir: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim. Bunların dışında bazı peygamberlere sayfalar (suhuf) şeklinde bildirilen ilahi vahiylerden de söz edilir (bkz. A‘la, 87/18–19). Her bir kitap, kendi döneminin şartlarına, muhatap toplumun kültürel yapısına ve ihtiyaçlarına uygun şekilde indirilmiştir. Ancak tüm bu kitaplar, tevhid inancı başta olmak üzere ortak temel ilkeleri taşımaktadır.

İlahi kitaplar, sadece tarihsel metinler olarak değil, aynı zamanda ilahî hitabın canlı birer tanığı olarak kabul edilir. Bu kitaplarda Allah, kullarına doğrudan seslenmiş; emir, yasak ve öğütlerini bildirmiştir. Kitaplar aracılığıyla Allah, kendisini tanıtmış, insanın yaratılış gayesini açıklamış ve ona dünya hayatında nasıl yaşaması gerektiğini öğretmiştir.

Ancak Kur’an’ın bildirdiğine göre, Kur’an dışında indirilen bu kitapların hiçbiri ilk hâlini koruyamamış, zamanla tahrif edilmiş ve beşerî müdahaleye maruz kalmıştır (bkz. Bakara, 2/75; Maide, 5/13). İlahi mesajın insan eliyle değiştirilmesi, bu kitapların hem içerik hem de bağlayıcılık açısından asliyetlerini yitirmelerine sebep olmuştur. Bu nedenle Kur’an, hem önceki kitapların doğrulayıcısı (musaddık) hem de onların yanlışlarını düzenleyici (muhaymin) bir kitap olarak gönderilmiştir (bkz. Maide, 5/48).

Kur’an-ı Kerim’in lafzı ve manasıyla Allah tarafından korunacağı taahhüt edilmiştir (Hicr, 15/9). Bu yönüyle Kur’an, en son ve evrensel ilahi kitap olarak önceki kitapların yerini almış, onların hükümlerini nesh etmiş ve tüm insanlığa hitap eden zamanlarüstü bir hidayet rehberi olmuştur.4. İlahi Kitaplar

İlahi kitaplar, Allah Teâlâ’nın, kullarına peygamberleri aracılığıyla gönderdiği, içerisinde inanç, ibadet, ahlak ve hukuk esaslarını barındıran vahiy metinleridir. Bu kitaplar, yalnızca bireyin manevî dünyasını değil, aynı zamanda toplumun sosyal yapısını da düzenlemeyi amaçlayan birer ilahî rehber hüviyetindedir. İlahi kitapların temel özelliği, beşer aklını aşan ve Allah’tan gelen bilgi olmalarıdır. Onlar, insanın kendi çabasıyla ulaştığı felsefi düşüncelerden ya da kültürel geleneklerden farklı olarak, doğrudan ilahi iradenin tezahürü olarak değerlendirilir.

Kur’an-ı Kerim’de bu kitaplardan bazılarının ismi açıkça zikredilmiştir: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim. Bunların dışında bazı peygamberlere sayfalar (suhuf) şeklinde bildirilen ilahi vahiylerden de söz edilir (bkz. A‘la, 87/18–19). Her bir kitap, kendi döneminin şartlarına, muhatap toplumun kültürel yapısına ve ihtiyaçlarına uygun şekilde indirilmiştir. Ancak tüm bu kitaplar, tevhid inancı başta olmak üzere ortak temel ilkeleri taşımaktadır.

İlahi kitaplar, sadece tarihsel metinler olarak değil, aynı zamanda ilahî hitabın canlı birer tanığı olarak kabul edilir. Bu kitaplarda Allah, kullarına doğrudan seslenmiş; emir, yasak ve öğütlerini bildirmiştir. Kitaplar aracılığıyla Allah, kendisini tanıtmış, insanın yaratılış gayesini açıklamış ve ona dünya hayatında nasıl yaşaması gerektiğini öğretmiştir.

Ancak Kur’an’ın bildirdiğine göre, Kur’an dışında indirilen bu kitapların hiçbiri ilk hâlini koruyamamış, zamanla tahrif edilmiş ve beşerî müdahaleye maruz kalmıştır (bkz. Bakara, 2/75; Maide, 5/13). İlahi mesajın insan eliyle değiştirilmesi, bu kitapların hem içerik hem de bağlayıcılık açısından asliyetlerini yitirmelerine sebep olmuştur. Bu nedenle Kur’an, hem önceki kitapların doğrulayıcısı (musaddık) hem de onların yanlışlarını düzenleyici (muhaymin) bir kitap olarak gönderilmiştir (bkz. Maide, 5/48).

Kur’an-ı Kerim’in lafzı ve manasıyla Allah tarafından korunacağı taahhüt edilmiştir (Hicr, 15/9). Bu yönüyle Kur’an, en son ve evrensel ilahi kitap olarak önceki kitapların yerini almış, onların hükümlerini nesh etmiş ve tüm insanlığa hitap eden zamanlarüstü bir hidayet rehberi olmuştur.

5. Suhuf

Suhuf (صحف), kelime anlamı itibariyle “sayfalar, yapraklar” anlamına gelir. Terim olarak ise, kitap formuna dönüşmemiş vahiy metinlerini ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de bu kavrama özellikle Hz. İbrahim ve Hz. Musa’ya verilen vahiy bağlamında işaret edilmiştir: “Doğrusu bu öğüt, önceki sahifelerde de vardır. İbrahim’in ve Musa’nın sahifelerinde.” (A‘lâ, 87/18-19). Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, Kur’an’dan önce bazı peygamberlere suhuf şeklinde vahiyler gönderilmiş, ancak bunlar kitap hâline getirilmemiştir.

Suhuf, muhteva bakımından ahlaki öğretiler, tevhid esasları, ibretli kıssalar, insanın yaratılış gayesi ve sorumluluklarına dair kısa ve özlü beyanlar içermektedir. Bu yönüyle suhuflar, daha çok bireysel tebliğe ve sınırlı topluluklara hitap eden ilk dönem vahiy formları olarak değerlendirilir. Nitekim İslam alimleri, suhufların, kitapların öncülü mahiyetinde olduğunu ve daha sonra gelen vahiylerin, bu temel ilkeleri genişleterek sistematik bir şekle kavuşturduğunu belirtir.

Kur’an’da Hz. İbrahim ve Hz. Musa’nın suhufları vurgulansa da, bazı rivayetlerde başka peygamberlere de suhuflar verildiği bildirilmiştir. Hadis kaynaklarında, Hz. Âdem’e 10, Hz. Şit’e 50, Hz. İdris’e 30 ve Hz. İbrahim’e 10 suhuf verildiğine dair rivayetler mevcuttur (bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 135). Ancak bu bilgilerin kesinliği tartışmalı olup, Kur’an’da yalnızca Hz. İbrahim ve Hz. Musa’nın suhuflarına doğrudan atıf yapılmıştır.

Bugün bu suhuflardan hiçbiri elimizde mevcut değildir. Ne metinsel olarak ne de yazılı belgeler şeklinde bize ulaşan bir kopyaları bulunmaktadır. Bu nedenle içeriği hakkında sadece Kur’an’daki genel beyanlara ve bazı muteber rivayetlere dayanarak fikir sahibi olunabilir. Ancak İslam inancı açısından önemli olan, bu suhufların da ilahi kaynaklı olduğuna ve kendi dönemlerinde hidayet vesilesi olduklarına inanmaktır.

Sonuç olarak, suhuflar, vahyin ilk aşamalarını temsil eden, özlü ilahi mesajlar içeren ve kitap haline getirilmemiş ilahi metinlerdir. Bu sayfalar, insanlık tarihindeki tevhit çizgisinin sürekliliğini ve Allah’ın her dönemde kullarını yalnız bırakmadığını göstermesi açısından büyük bir anlam taşır.5. Suhuf

Suhuf (صحف), kelime anlamı itibariyle “sayfalar, yapraklar” anlamına gelir. Terim olarak ise, kitap formuna dönüşmemiş vahiy metinlerini ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de bu kavrama özellikle Hz. İbrahim ve Hz. Musa’ya verilen vahiy bağlamında işaret edilmiştir: “Doğrusu bu öğüt, önceki sahifelerde de vardır. İbrahim’in ve Musa’nın sahifelerinde.” (A‘lâ, 87/18-19). Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, Kur’an’dan önce bazı peygamberlere suhuf şeklinde vahiyler gönderilmiş, ancak bunlar kitap hâline getirilmemiştir.

Suhuf, muhteva bakımından ahlaki öğretiler, tevhid esasları, ibretli kıssalar, insanın yaratılış gayesi ve sorumluluklarına dair kısa ve özlü beyanlar içermektedir. Bu yönüyle suhuflar, daha çok bireysel tebliğe ve sınırlı topluluklara hitap eden ilk dönem vahiy formları olarak değerlendirilir. Nitekim İslam alimleri, suhufların, kitapların öncülü mahiyetinde olduğunu ve daha sonra gelen vahiylerin, bu temel ilkeleri genişleterek sistematik bir şekle kavuşturduğunu belirtir.

Kur’an’da Hz. İbrahim ve Hz. Musa’nın suhufları vurgulansa da, bazı rivayetlerde başka peygamberlere de suhuflar verildiği bildirilmiştir. Hadis kaynaklarında, Hz. Âdem’e 10, Hz. Şit’e 50, Hz. İdris’e 30 ve Hz. İbrahim’e 10 suhuf verildiğine dair rivayetler mevcuttur (bkz. Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, V, 135). Ancak bu bilgilerin kesinliği tartışmalı olup, Kur’an’da yalnızca Hz. İbrahim ve Hz. Musa’nın suhuflarına doğrudan atıf yapılmıştır.

Bugün bu suhuflardan hiçbiri elimizde mevcut değildir. Ne metinsel olarak ne de yazılı belgeler şeklinde bize ulaşan bir kopyaları bulunmaktadır. Bu nedenle içeriği hakkında sadece Kur’an’daki genel beyanlara ve bazı muteber rivayetlere dayanarak fikir sahibi olunabilir. Ancak İslam inancı açısından önemli olan, bu suhufların da ilahi kaynaklı olduğuna ve kendi dönemlerinde hidayet vesilesi olduklarına inanmaktır.

Sonuç olarak, suhuflar, vahyin ilk aşamalarını temsil eden, özlü ilahi mesajlar içeren ve kitap haline getirilmemiş ilahi metinlerdir. Bu sayfalar, insanlık tarihindeki tevhit çizgisinin sürekliliğini ve Allah’ın her dönemde kullarını yalnız bırakmadığını göstermesi açısından büyük bir anlam taşır.

6. İndirilen Kitaplar

Kur’an-ı Kerim’de bildirildiğine göre Allah Teâlâ, insanlara doğru yolu göstermek, onları dünya ve ahiret saadetine ulaştırmak için tarih boyunca farklı kavimlere peygamberler göndermiş ve bu peygamberlere ilahi kitaplar indirmiştir. Bu kitapların her biri, gönderildiği toplumun kültürel, ahlaki ve sosyal şartlarına uygun şekilde şekillenmiş; ancak öz itibariyle tevhit inancı, ahlaki değerler ve ibadet bilinci gibi temel esasları taşımıştır.

Kur’an’da isimleri açıkça geçen dört ilahi kitap vardır: Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’an-ı Kerim. Bunların dışında bazı peygamberlere suhuflar verilmiş olsa da, bu dört kitap kitaplık formuna bürünmüş, kapsamlı vahiy metinleridir. Kur’an bu kitapları hem tasdik eder (onların asıllarının Allah’tan olduğunu kabul eder), hem de onların tahrif edilmemiş hakikatlerini kapsar ve tamamlar.

İndirilen bu kitaplar, aynı kaynaktan, yani Allah’tan geldikleri için aralarında çelişki değil; süreklilik ve bütünlük vardır. Ancak önceki kitaplar zamanla insanlar tarafından tahrif edilmiş, içeriklerine beşerî unsurlar eklenmiş ve ilahi orijinalliğini yitirmiştir. Kur’an ise hem bu tahriflerin farkına varılması hem de ilahi mesajın aslına dönüş yapılması için son kitap olarak gönderilmiş ve Allah tarafından lafzı ve manasıyla korunacağı garanti altına alınmıştır (Hicr, 15/9).

Şimdi bu kitapları tek tek açıklayalım:

6.1. Tevrat

Tevrat, Hz. Musa’ya indirilen ilahi kitaptır ve Yahudiliğin temel kutsal metnini oluşturur. Kur’an, Tevrat’ın içinde “hidayet ve nur” olduğunu belirtir (Maide, 5/44). İçeriğinde özellikle şeriat hükümleri, ahlaki ilkeler ve İsrailoğulları’na yönelik emir ve yasaklar yer alır. Ancak bugünkü Tevrat, Hz. Musa’dan sonra yazıya geçirilmiş ve birçok insan eliyle düzenlenmiştir. Bu nedenle, Kur’an, bugünkü Tevrat’ın tahrif edildiğini vurgular. Yine de Müslümanlar, Tevrat’ın Allah tarafından indirilen aslına iman eder.

6.2. Zebur

Zebur, Hz. Davud’a indirilen kutsal kitaptır. Kur’an’da bu durum şöyle ifade edilir: “Biz Davud’a da Zebur verdik.” (İsrâ, 17/55). Zebur’un, diğer kitaplara kıyasla daha çok dua, yakarış, ahlaki nasihat ve öğütler içerdiği belirtilir. Günümüzde Zebur, Hristiyanların Eski Ahit’inde “Mezmurlar” başlığı altında yer almakta; ancak Zebur’un orijinal hali kaybolmuş, sadece izlerine rastlanabilmektedir. Kur’an, bu kitabın vahiy ürünü olduğunu vurgular, fakat bugünkü hâlinin ilahi özünü yansıttığını söylemek güçtür.

6.3. İncil

İncil, Hz. İsa’ya indirilen ilahi kitaptır. Kur’an, İncil’in içinde de “hidayet ve nur” olduğunu bildirir (Maide, 5/46). Ancak bugünkü Hristiyan literatüründeki dört İncil (Matta, Markos, Luka, Yuhanna) Hz. İsa’dan sonra yazılmış; tarihsel anlatılar, Hz. İsa’nın sözleri ve yorumlardan oluşmaktadır. Kur’an, bu haliyle İncil’in tahrif edildiğini beyan eder. Müslümanlar, bugünkü İncil’e değil, Allah tarafından Hz. İsa’ya indirilen orijinal İncil’e iman ederler. Bu iman, onun ilahi kaynağını ve gönderiliş amacını tasdik etmeyi ifade eder.

6.4. Kur’an-ı Kerim

Kur’an, Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilen ve önceki tüm kitapları nesh eden son ilahi kitaptır. Kur’an, hem lafzı hem de manasıyla Allah’ın kelamıdır ve hiçbir değişikliğe uğramamıştır. “Şüphesiz, o Zikr’i (Kur’an’ı) biz indirdik, elbette onu koruyacak olan da biziz.” (Hicr, 15/9) ayeti bu korumayı açıkça ortaya koyar. Kur’an, evrenseldir, yalnız bir kavme değil, bütün insanlığa hitap eder. Kıyamete kadar geçerliliğini koruyacak olan bu kitap, hem bir hukuk metni, hem bir ahlak kitabı, hem de bir iman esasları manzumesidir.

Kur’an, önceki kitapların tasdikçisi, aynı zamanda hâkimidir. Onların özgün mesajlarını içinde barındırır; ama tahrife uğramış yönlerini düzeltir. Bu sebeple, Kur’an’a iman eden bir kimse, onun tasdik ettiği önceki kitapların Allah’tan gelen asıllarına da iman etmiş olur.






Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...