MEDİNE’YE HİCRET VE İLK İSLAM TOPLUMUNUN OLUŞUMU
1.
Hicret
Hicret, kelime anlamı itibariyle "terk etmek, ayrılmak"
demektir. İslam tarihi bağlamında ise, Hz. Muhammed’in (s.a.v) ve ona
inananların, Mekke'deki ağır baskı, zulüm ve dışlanma ortamından ayrılarak
Medine’ye göç etmeleri anlamına gelir. Bu olay sadece fiziksel bir yer
değişikliği değil, İslam açısından dinî, siyasal, toplumsal ve takvimsel açıdan
bir milattır.
a. Hicretin Zeminini Hazırlayan
Şartlar
Hicretin temelinde yatan başlıca sebepler:
- Mekke müşriklerinin artan zulmü: İslam’ı benimseyenler ekonomik ambargo, sosyal dışlanma ve fiziki işkencelere maruz kalıyordu.
- Tebliğin yayılmasının engellenmesi: Hz. Peygamber'in açık davetine karşılık Kureyş ileri gelenleri sistematik şekilde karşı koyuyordu.
- Toplumda siyasal yalnızlık: Ebû Tâlib’in vefatından sonra Hz. Peygamber, Mekke’de korumasız kalmıştı
- Tâif’te destek arayışı sonuçsuz kalmıştı, ancak Hz. Peygamber ümidi kesmemişti.
Bu ortamda, Medine halkı ile yapılan Akabe Biatları, yeni bir toplumsal
merkez ve güvenli alan oluşturma imkânı sunmuştur. Medineli Evs ve Hazrec
kabileleri, uzun süren iç savaşlardan sonra tarafsız ve adil bir lider
arayışındaydılar. Hz. Peygamber’in daveti bu sosyo-politik zeminde karşılık
bulmuştur.
b. Hicret Süreci
Hicret, aşamalı ve stratejik biçimde gerçekleşmiştir:
- Önce bireysel hicretler başlamış, Müslümanlar küçük gruplar hâlinde gizlice Medine’ye göç etmiştir.
- Hz. Peygamber ise Mekke’den en son ayrılan kişi olmuştur. Bu, liderin topluluğunu en sona kadar gözetmesi açısından anlamlıdır.
- Müşrikler, Hz. Muhammed’i öldürme planı yaptıklarında Allah Teâlâ ona hicret etmesini emretmiştir (Enfâl, 30). Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr Mağarası’na sığınmış, burada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye doğru yola çıkmıştır.
- Bu yolculuk tehlike, sabır ve ilahi korumanın iç içe geçtiği bir süreçtir. Rivayetlere göre Sevr Mağarası'nın önüne örümcek ağ örmüş, güvercin yuva yapmış; bu durum müşrikleri yanıltmış ve Hz. Peygamber korunmuştur.
c. Medine’ye Varlışı ve Karşılama
Hz. Peygamber, Kuba Köyü'ne ulaştığında burada kısa süre konaklamış ve
ilk mescid olan Kuba Mescidi’ni inşa etmiştir. Ardından Medine’ye geçerek
halkın coşkulu ve sevgi dolu karşılamasıyla Yesrib artık “Medinetü’n-Nebî”
(Peygamberin Şehri) hâline gelmiştir.
Medineli Müslümanlar (Ensar), Mekke'den gelen Müslümanları (Muhacirler)
büyük bir misafirperverlik ve özveriyle bağırlarına basmışlardır. Bu
karşılamanın toplumsal entegrasyonun en güzel örneklerinden biri olduğu kabul
edilir.
d. Hicretin Sonuçları
Hicretin etkileri çok yönlüdür:
- Siyasal Açıdan: İslam toplumunun kurumsal bir yapıya kavuştuğu, devletleşmenin başladığı süreçtir. Hz. Muhammed artık sadece dinî değil, siyasî lider olarak da tanınmıştır.
- Toplumsal Açıdan: Mekke’den gelenlerle Medineliler arasında kurulan kardeşlik, sınıfsız ve adaletli bir toplumun temelini oluşturmuştur.
- Hukukî Açıdan: Medine Sözleşmesi ile birlikte farklı inanç gruplarının birlikte yaşama ilkeleri tanımlanmış ve uygulanmıştır.
- Takvimsel Açıdan: Hicret olayı, Hz. Ömer döneminde hicrî takvimin başlangıcı kabul edilmiştir. Bu takvim sadece bir kronoloji sistemi değil, aynı zamanda İslam toplumsallığının simgesel bir başlangıcıdır.
- Dini Açıdan: Hicretle birlikte İslam artık bireysel bir ibadetler bütünü değil, sosyal adalet, dayanışma, yönetim ve hukuk gibi alanlarda hayatın tüm yönünü kapsayan bir sistem olarak kendini göstermeye başlamıştır.
2.
Yeni Toplumun Temel Unsurları
Medine’ye hicretle birlikte Hz. Muhammed (s.a.v), inanç temelinde
yeniden inşa edilen ama aynı zamanda toplumsal, siyasal ve hukuki açıdan
örgütlü bir yapıya sahip olan ilk İslam toplumunu kurmaya başlamıştır. Bu
toplum, yalnızca bir inanç birliği etrafında toplanan bireylerden değil, aynı
zamanda bir şehir-devletin tüm yönleriyle şekillendiği kurumsal bir yapıdan oluşuyordu.
Hz. Peygamber’in liderliğinde şekillenen bu yeni toplumun temelinde iman
kardeşliği, adalet, yardımlaşma ve birlikte yaşama ilkeleri yer almıştır.
Mekke'de bireysel düzlemde yaşanan İslam, artık Medine'de kolektif bir yaşama
tarzına, toplumsal normlara ve yönetime dönüşmüştür. Dolayısıyla hicret, sadece
bir coğrafya değişikliği değil, aynı zamanda İslam’ın birey merkezli bir
davetten, toplum inşa eden bir medeniyete evrilmesidir.
Toplumun ilk temelleri atılırken Hz. Peygamber, hem fiziksel hem de
sembolik olarak toplumun merkezine bir yapı inşa ettirmiştir: Mescid-i Nebevî.
Bu mescid, ibadet mekânı olmanın ötesinde bir eğitim merkezi, yönetim binası,
mahkeme, misafirhane ve ordu karargâhı gibi çok yönlü işlevleriyle İslam
toplumunun kalbi hâline gelmiştir. Bu yönüyle Medine toplumu, tek bir merkeze
bağlı çok boyutlu bir sosyal düzen olarak örgütlenmiştir.
Yeni toplumu ayakta tutan ikinci unsur, Ensar ile Muhacir arasındaki
kardeşlik hukukudur. Bu uygulama, aralarındaki sınıf farklılıklarını, kabile
bağlarını ve ekonomik uçurumları ortadan kaldıran; bireyleri din temelli bir
kardeşlik bağıyla birleştiren öncü bir model sunmuştur. Toplumda dayanışma
yalnızca duygusal değil, ekonomik paylaşımı da kapsayan bir sorumluluk alanına
dönüşmüştür.
Bunun yanında Hz. Peygamber, Medine’de sadece Müslümanları değil, Yahudi
kabileleri ve müşrik unsurları da içeren bir toplum düzeni kurmuştur. “Medine
Vesikası” adı verilen bu sözleşme, farklı toplulukların haklarını ve
görevlerini belirleyen, Hz. Peygamber’i toplumun hakem lideri olarak tanımlayan
ilk anayasal belge olmuştur. Böylece İslam toplumu, sadece dindar bireylerin bir
araya geldiği bir cemaat olmaktan çıkmış, hukuka dayalı bir siyasal birlik
hâline gelmiştir.
Yeni kurulan bu toplumun bir diğer önemli yapı taşı da eğitimdir.
Mescid-i Nebevî’ye bitişik olarak inşa edilen Suffe, barınma imkânı olmayan
sahabilerin kaldığı yer olmakla birlikte, aynı zamanda Kur’an ve İslamî
ilimlerin öğretildiği bir ilk ilim ocağı olmuştur. Suffe ehli, hem bireysel
gelişim hem de İslam’ın yayılması açısından sonraki dönemlerde önemli roller
üstlenmiştir.
Kısacası, Medine’ye hicret, sadece baskıdan kurtulma arayışı değil;
tebliğin toplumlaşması, değerlerin kurumsallaşması ve İslam’ın hayata egemen
olduğu bir yapının inşasıdır. Bu toplumun temelleri, Hz. Peygamber’in
öncülüğünde; inanç, adalet, paylaşım ve hukuk ilkeleri üzerine atılmış, bu
sayede İslam, evrensel ve çağlar üstü bir medeniyet olma yoluna girmiştir.
2.1.
Mescid-i Nebevî’nin İnşası
Medine toplumunun inşasında ilk atılan adımlardan biri, Mescid-i
Nebevî’nin inşasıdır. Hz. Peygamber’in gelişiyle birlikte, toplumu bir araya
toplayacak fiziksel ve sembolik bir merkez oluşturulması büyük önem arz
etmiştir. Mescid-i Nebevî, sadece ibadetin değil; aynı zamanda toplumsal
inşanın, kolektif aidiyetin ve siyasi liderliğin ifadesi olmuştur.
Hz. Peygamber, devesi Kasvâ’nın çöktüğü yeri seçmiş, bu arsa iki yetimden bedeli ödenerek alınmış, inşa sürecine bizzat katılmıştır. Tuğlalarla örülen duvarlar, hurma kütükleriyle desteklenmiş, damı hurma yapraklarıyla örtülmüştür. Peygamberimizin bu sürece doğrudan katılımı, toplumun en alt tabakasıyla aynı sorumluluğu paylaşan bir lider profili sunması bakımından da dikkat çekicidir.
Mescid’in konumu da stratejiktir: Toplumun merkezine inşa edilmiştir ve çevresine Suffe, hanımlar için bölmeler, Hz. Peygamber’in odaları gibi birimler eklenerek, şehrin idari ve manevî omurgası hâline getirilmiştir.
2.2.
Mescid-i Nebevî’nin Fonksiyonları
İslam şehir hayatında mescidler, salt ibadet mekânı değildir; çok yönlü
kurumsal fonksiyonlara sahiptir. Mescid-i Nebevî bu yönüyle ilk çok fonksiyonlu
İslam kurumu olmuştur. Mescidde beş vakit namaz kılınmış; hutbelerle toplumsal
bilinç inşa edilmiş; Kur’an dersleri yapılmış; yeni Müslümanlara eğitim
verilmiştir.
Bununla birlikte mescid, yönetim merkezi olarak da kullanılmıştır. Hz.
Peygamber, savaş stratejilerini burada belirlemiş, gelen elçileri burada kabul
etmiş ve devlet meselelerini burada çözmüştür. Mescidde mahkemeler kurulmuş,
adalet sistemi yürütülmüş, ganimet dağıtımı, zekât organizasyonu gibi ekonomik
işlemler gerçekleştirilmiştir.
Ayrıca mescid, yoksulların barındığı Suffe bölgesiyle sosyal
yardımlaşmanın ve toplumsal sorumluluğun da merkezi olmuş, kamu otoritesinin
kutsallıkla buluştuğu bir yapı olarak hizmet vermiştir. Böylece mescid,
dinî-siyasal-toplumsal hayatın entegre edildiği bir merkez olmuştur.
2.3.
Suffe ve Suffe Ehli
Suffe, Mescid-i Nebevî’nin kuzeydoğu kısmında üstü örtülü, açık bir alan
olarak inşa edilmiş; burada barınma imkânı bulunmayan sahabeler kalmıştır.
Suffe ehli, maddi imkânsızlıklarına rağmen kendilerini Kur’an’a, tefsire,
hadise ve ilim tahsiline adamış bir grup olarak İslam tarihine geçmiştir.
Sayısı zamanla değişmiş olmakla birlikte, Hz. Peygamber döneminde 70 ila
100 kişi arasında Suffe ehli bulunmaktaydı. Bu kişiler, hem bireysel manevî
gelişimlerini hem de toplumsal sorumluluklarını birlikte yürütmüşlerdir. Hz.
Peygamber, Suffe ehline zaman zaman bizzat ders vermiş, ashabı da onlara
yiyecek ve barınma konusunda yardımcı olmuştur.
Suffe, aynı zamanda İslam toplumunun ilk eğitim modeli olarak
değerlendirilmektedir. Bu eğitim yapısı, halkla iç içe, sade ve doğrudan eğitim
metoduna dayanıyordu. Suffe ehli, Medine dışındaki beldelere gönderilerek
İslam’ın yayılmasında öncü roller üstlenmiş, zamanla valilik, kadılık gibi
görevlerde bulunmuşlardır.
2.4.
Hz. Muhammed Döneminde Diğer Mescitler
Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevî dışında da mescidler inşa
edilmiştir. Özellikle Kuba Mescidi, İslam tarihinde toplu olarak inşa edilen
ilk mescid olarak bilinir ve Kur’an’da da (Tevbe 108) övgüyle anılmıştır. Hz.
Peygamber, Kuba’ya her hafta yürüyerek veya binekle gidip orada namaz kılmış,
bu mescidi teşvik etmiştir.
Bunun dışında Medine çevresindeki kabilelerin kendi yerleşimlerinde
mescidler inşa etmeleri, İslam’ın mahalle merkezli yaygın dinî yapılanmasını
göstermektedir. Bu yerel mescidler, Müslüman kimliğinin sosyal düzene
entegrasyonunu sağlamış, yerel liderlik yapısına dinî temsil gücü
kazandırmıştır. Hz. Peygamber, bu mescidleri bizzat ziyaret etmiş, bazılarında
namaz kılarak toplumsal aidiyet duygusunu pekiştirmiştir.
Bu uygulama, merkezî mescidin yanında yerel ibadet ve eğitim
mekânlarının da teşvik edildiği bir dengeyi temsil eder. Böylece İslam toplumu,
hem birlik içinde hem de yerel çeşitliliklere açık bir model ortaya koymuştur.
2.5.
Ensar ile Muhacir Arasında Kardeşlik
İslam tarihinin en dikkat çekici sosyal projelerinden biri olan
“muâhât”, Hz. Peygamber’in Medine’ye gelir gelmez uyguladığı bir sistemdir.
Mekke’den göç eden Muhacirlerin barınma, iş ve aidiyet ihtiyaçlarının
karşılanması amacıyla Medineli Ensar ile bire bir kardeşlik tesis edilmiştir.
Bu
kardeşlik, yalnızca barınma ya da geçim yardımı değil; aynı zamanda ortak
çalışma, malların paylaşımı ve miras hakkı gibi hukukî sorumlulukları da
içermekteydi. Bu bağlamda muâhât, dini kardeşliği toplumsal bir dayanışmaya
dönüştüren ilk uygulamalardan biridir.
Muâhât uygulaması sayesinde sınıf ayrımı, kabilecilik ve ekonomik eşitsizlikler büyük ölçüde giderilmiş; toplum iman ekseninde birleşmiş ve sosyal adalet fiilen yaşanmıştır. İslam toplumunun bu kardeşlik temelli yapısı, daha sonraki dönemlerde vakıf, zekât, sadaka gibi kurumsal yardım modellerine zemin hazırlamıştır.
2.6.
Medine Sözleşmesi
Medine Vesikası ya da “Sahîfetü’l-Medîne”, Hz. Peygamber’in
liderliğinde, Medine’deki farklı inanç gruplarını (Müslümanlar, Yahudiler ve
müşrik Araplar) ortak bir şehir düzeninde bir arada yaşatmak üzere hazırladığı
yazılı sözleşmedir. İçeriği itibariyle hem anayasa metni hem de toplumsal
mutabakat belgesi niteliğindedir.
Bu metin, toplumda yaşanan farklılıkları inkâr etmeyip onları ortak sorumluluklar ve haklar çerçevesinde bir araya getirmiştir. Hz. Peygamber metinde açıkça hakem ve lider olarak tanımlanmış, böylece siyasal otoritesi tanınmıştır. Vesikada şu ilkeler yer almaktadır:
- Her topluluğun inancında serbest olması (din özgürlüğü),
- Can, mal ve mülk güvenliğinin sağlanması,
- Şehir dışı saldırılara karşı ortak savunma yükümlülüğü,
- Suçun bireyselliği (hiç kimse başkasının suçundan sorumlu tutulmaz),
- Savaş ve barış konularında nihai karar merciinin Hz. Muhammed olması.
Medine Vesikası, modern anlamda anayasal yurttaşlık fikrine yaklaşan,
farklı kimlikleri eşit hak ve sorumluluklarla tanıyan ilk yazılı düzenleme
olması açısından tarihte önemli bir yere sahiptir. Ayrıca bu sözleşme, İslam’ın
yalnızca inanç değil, aynı zamanda hukuk, siyaset ve toplum düzeni inşa eden
bir sistem olduğunu ortaya koymuştur.
3.
Hicretin Diğer Yıllarında Bazı Önemli Gelişmeler
Hicretin ardından Medine’de kurulan İslam toplumu, sadece sabit bir
düzenin muhafaza edildiği bir yapı değil; dinamik, dönüşen ve gelişen bir
sistem olarak tarih sahnesinde varlığını sürdürmüştür. Hz. Muhammed (s.a.v),
Medine döneminin her yılını hem toplum içi düzenlemeler hem de dış ilişkiler
açısından stratejik bir gelişim çizgisi içinde yürütmüştür. Bu süreçte dinî,
askerî, hukuki ve ekonomik alanlarda birçok önemli gelişme yaşanmış; Medine,
kısa sürede bölgesel bir İslam devletine dönüşmüştür.
Bedir Savaşı (Hicrî 2 / M. 624)
İslam toplumunun ilk büyük askerî tecrübesi olan Bedir Gazvesi, hem
Müslümanların kendine olan güvenini pekiştirmiş hem de Medine’deki İslam
yönetimini dış dünyaya tanıtmıştır. Savaş, başlangıçta Kureyş’in ticaret
kervanını hedef alan bir müdahale olarak planlansa da, Mekke ordusunun savaş
amacıyla gelmesiyle büyük bir çarpışmaya dönüşmüştür. Sayıca ve teçhizatça az
olan Müslümanların galip gelmesi, İlahi yardım ve ahlaki üstünlük fikrinin
sahadaki karşılığı olmuştur.
Uhud Savaşı (Hicrî 3 / M. 625)
Uhud Gazvesi, Bedir zaferinden bir yıl sonra meydana gelmiş ve
Müslümanların taktiksel bir zayıflık sonucu kısmen mağlup olduğu bir savaş
olarak kayda geçmiştir. Ancak bu savaş, İslam toplumunda itaatin önemi,
liderlik anlayışı ve istişare ilkesinin gerekliliği gibi değerlerin pekişmesine
vesile olmuştur. Hz. Peygamber’in yaralanması ve birçok sahabînin şehit olması,
toplumu derinden sarsmış, fakat beraberinde daha güçlü bir bilinçlenmeye yol
açmıştır.
Hendek Savaşı (Hicrî 5 / M. 627)
Mekkelilerin Yahudi kabileleriyle iş birliği yaparak Medine’yi topyekûn
kuşatma altına aldığı bu savaş, Müslümanların savunma stratejisi açısından
askerî bir dönüm noktası olmuştur. Hz. Selman el-Fârisî’nin teklifiyle Medine
çevresine hendek kazılmış, böylece düşman ordusu karşısında şehir savunması
başarıyla yürütülmüştür. Bu savaş sonunda Mekke'nin saldırı gücü zayıflamış ve
Medine'nin siyasî otoritesi pekişmiştir.
İç Düzenlemeler ve Yahudi Kabileleriyle İlişkiler
Medine'de yaşayan bazı Yahudi kabileleri (Benî Kaynukâ, Benî Nadîr ve
Benî Kurayza), ilk başta Medine Vesikası'nı kabul etmiş, fakat zamanla Hz.
Peygamber'e ve Müslümanlara karşı ittifaklara girmişlerdir. Bu nedenle
sözleşmeye aykırı hareket ettikleri için bir kısmı şehirden çıkarılmış, bir
kısmı ise cezalandırılmıştır. Bu gelişmeler, Medine toplumunda hukukî
sözleşmeye sadakatin bir toplumda ne denli hayati olduğunu göstermiştir.
Hudeybiye Antlaşması (Hicrî 6 / M.
628)
Mekke ile yapılan bu antlaşma, her ne kadar zahirde Müslümanların
aleyhine gibi görünse de, uzun vadede İslam’ın yayılmasını kolaylaştırmış, Hz.
Peygamber’in diplomatik dehasını ortaya koymuştur. Bu antlaşma sayesinde barış
ortamı sağlanmış, davet faaliyetleri hız kazanmış, İslam toplumunun hem siyasî
hem de sosyal etkisi büyümüştür.
Hayber’in Fethi ve İktisadî
Genişleme (Hicrî 7 / M. 629)
Hayber, Medine çevresindeki Yahudi nüfuzunun önemli bir merkezidir. Hz.
Peygamber, bölgeyi fethederek hem ekonomik bir üs elde etmiş hem de Medine’ye
yönelik tehditleri bertaraf etmiştir. Hayber’in fethi, İslam toplumunun
ekonomik özgüven kazanması ve toplumsal refahının artması açısından da
önemlidir. Bu dönemde ganimet paylaşımı, vergi sistemi ve toprak yönetimi gibi
konularda ilk uygulamalar şekillenmiştir.
Tebük Seferi ve Bölgesel Diplomasi
(Hicrî 9 / M. 630)
Tebük Gazvesi, İslam toplumunun artık yalnızca Mekke-Medine hattında
değil, Bizans sınırına kadar olan coğrafyada da diplomatik ve askerî varlık
gösterdiği bir dönemdir. Hz. Peygamber, bu seferde fiilî bir savaş yapmamış;
ancak bölgede siyasi otoritesini pekiştirmiş ve kabilelerle antlaşmalar
yapmıştır. Bu sefer, İslam devletinin uluslararası ilişkilerde tanınmaya
başlandığı bir süreçtir.
Zekât ve Vergi Sisteminin
Kurumsallaşması
Medine döneminin ilerleyen yıllarında zekât, fıtır sadakası, ganimet
taksimi gibi ekonomik düzenlemeler hukuki bir zemine oturtulmuş, İslam’ın
sosyal adalet anlayışı devlet eliyle uygulanmaya başlamıştır. Böylece bireysel
infak anlayışı, kamu sorumluluğu hâline gelmiş; toplumda zengin ile fakir
arasındaki uçurum denetlenmiştir.
Yorumlar
Yorum Gönder