Ana içeriğe atla

MEDİNE’YE HİCRET VE İLK İSLAM TOPLUMUNUN OLUŞUMU

 


MEDİNE’YE HİCRET VE İLK İSLAM TOPLUMUNUN OLUŞUMU

1. Hicret

  Hicret, kelime anlamı itibariyle "terk etmek, ayrılmak" demektir. İslam tarihi bağlamında ise, Hz. Muhammed’in (s.a.v) ve ona inananların, Mekke'deki ağır baskı, zulüm ve dışlanma ortamından ayrılarak Medine’ye göç etmeleri anlamına gelir. Bu olay sadece fiziksel bir yer değişikliği değil, İslam açısından dinî, siyasal, toplumsal ve takvimsel açıdan bir milattır.

a. Hicretin Zeminini Hazırlayan Şartlar

Hicretin temelinde yatan başlıca sebepler:

  • Mekke müşriklerinin artan zulmü: İslam’ı benimseyenler ekonomik ambargo, sosyal dışlanma ve fiziki işkencelere maruz kalıyordu.
  • Tebliğin yayılmasının engellenmesi: Hz. Peygamber'in açık davetine karşılık Kureyş ileri gelenleri sistematik şekilde karşı koyuyordu.
  • Toplumda siyasal yalnızlık: Ebû Tâlib’in vefatından sonra Hz. Peygamber, Mekke’de korumasız kalmıştı
  •  Tâif’te destek arayışı sonuçsuz kalmıştı, ancak Hz. Peygamber ümidi kesmemişti.

  Bu ortamda, Medine halkı ile yapılan Akabe Biatları, yeni bir toplumsal merkez ve güvenli alan oluşturma imkânı sunmuştur. Medineli Evs ve Hazrec kabileleri, uzun süren iç savaşlardan sonra tarafsız ve adil bir lider arayışındaydılar. Hz. Peygamber’in daveti bu sosyo-politik zeminde karşılık bulmuştur.

b. Hicret Süreci

Hicret, aşamalı ve stratejik biçimde gerçekleşmiştir:

  • Önce bireysel hicretler başlamış, Müslümanlar küçük gruplar hâlinde gizlice Medine’ye göç etmiştir.
  • Hz. Peygamber ise Mekke’den en son ayrılan kişi olmuştur. Bu, liderin topluluğunu en sona kadar gözetmesi açısından anlamlıdır.
  • Müşrikler, Hz. Muhammed’i öldürme planı yaptıklarında Allah Teâlâ ona hicret etmesini emretmiştir (Enfâl, 30). Hz. Peygamber, Hz. Ebû Bekir ile birlikte Sevr Mağarası’na sığınmış, burada üç gün kaldıktan sonra Medine’ye doğru yola çıkmıştır.
  •  Bu yolculuk tehlike, sabır ve ilahi korumanın iç içe geçtiği bir süreçtir. Rivayetlere göre Sevr Mağarası'nın önüne örümcek ağ örmüş, güvercin yuva yapmış; bu durum müşrikleri yanıltmış ve Hz. Peygamber korunmuştur.

c. Medine’ye Varlışı ve Karşılama

  Hz. Peygamber, Kuba Köyü'ne ulaştığında burada kısa süre konaklamış ve ilk mescid olan Kuba Mescidi’ni inşa etmiştir. Ardından Medine’ye geçerek halkın coşkulu ve sevgi dolu karşılamasıyla Yesrib artık “Medinetü’n-Nebî” (Peygamberin Şehri) hâline gelmiştir.

  Medineli Müslümanlar (Ensar), Mekke'den gelen Müslümanları (Muhacirler) büyük bir misafirperverlik ve özveriyle bağırlarına basmışlardır. Bu karşılamanın toplumsal entegrasyonun en güzel örneklerinden biri olduğu kabul edilir.

d. Hicretin Sonuçları

Hicretin etkileri çok yönlüdür:

  • Siyasal Açıdan: İslam toplumunun kurumsal bir yapıya kavuştuğu, devletleşmenin başladığı süreçtir. Hz. Muhammed artık sadece dinî değil, siyasî lider olarak da tanınmıştır.
  • Toplumsal Açıdan: Mekke’den gelenlerle Medineliler arasında kurulan kardeşlik, sınıfsız ve adaletli bir toplumun temelini oluşturmuştur.
  • Hukukî Açıdan: Medine Sözleşmesi ile birlikte farklı inanç gruplarının birlikte yaşama ilkeleri tanımlanmış ve uygulanmıştır.
  • Takvimsel Açıdan: Hicret olayı, Hz. Ömer döneminde hicrî takvimin başlangıcı kabul edilmiştir. Bu takvim sadece bir kronoloji sistemi değil, aynı zamanda İslam toplumsallığının simgesel bir başlangıcıdır.
  • Dini Açıdan: Hicretle birlikte İslam artık bireysel bir ibadetler bütünü değil, sosyal adalet, dayanışma, yönetim ve hukuk gibi alanlarda hayatın tüm yönünü kapsayan bir sistem olarak kendini göstermeye başlamıştır.

2. Yeni Toplumun Temel Unsurları

  Medine’ye hicretle birlikte Hz. Muhammed (s.a.v), inanç temelinde yeniden inşa edilen ama aynı zamanda toplumsal, siyasal ve hukuki açıdan örgütlü bir yapıya sahip olan ilk İslam toplumunu kurmaya başlamıştır. Bu toplum, yalnızca bir inanç birliği etrafında toplanan bireylerden değil, aynı zamanda bir şehir-devletin tüm yönleriyle şekillendiği kurumsal bir yapıdan oluşuyordu.

  Hz. Peygamber’in liderliğinde şekillenen bu yeni toplumun temelinde iman kardeşliği, adalet, yardımlaşma ve birlikte yaşama ilkeleri yer almıştır. Mekke'de bireysel düzlemde yaşanan İslam, artık Medine'de kolektif bir yaşama tarzına, toplumsal normlara ve yönetime dönüşmüştür. Dolayısıyla hicret, sadece bir coğrafya değişikliği değil, aynı zamanda İslam’ın birey merkezli bir davetten, toplum inşa eden bir medeniyete evrilmesidir.

  Toplumun ilk temelleri atılırken Hz. Peygamber, hem fiziksel hem de sembolik olarak toplumun merkezine bir yapı inşa ettirmiştir: Mescid-i Nebevî. Bu mescid, ibadet mekânı olmanın ötesinde bir eğitim merkezi, yönetim binası, mahkeme, misafirhane ve ordu karargâhı gibi çok yönlü işlevleriyle İslam toplumunun kalbi hâline gelmiştir. Bu yönüyle Medine toplumu, tek bir merkeze bağlı çok boyutlu bir sosyal düzen olarak örgütlenmiştir.

  Yeni toplumu ayakta tutan ikinci unsur, Ensar ile Muhacir arasındaki kardeşlik hukukudur. Bu uygulama, aralarındaki sınıf farklılıklarını, kabile bağlarını ve ekonomik uçurumları ortadan kaldıran; bireyleri din temelli bir kardeşlik bağıyla birleştiren öncü bir model sunmuştur. Toplumda dayanışma yalnızca duygusal değil, ekonomik paylaşımı da kapsayan bir sorumluluk alanına dönüşmüştür.

  Bunun yanında Hz. Peygamber, Medine’de sadece Müslümanları değil, Yahudi kabileleri ve müşrik unsurları da içeren bir toplum düzeni kurmuştur. “Medine Vesikası” adı verilen bu sözleşme, farklı toplulukların haklarını ve görevlerini belirleyen, Hz. Peygamber’i toplumun hakem lideri olarak tanımlayan ilk anayasal belge olmuştur. Böylece İslam toplumu, sadece dindar bireylerin bir araya geldiği bir cemaat olmaktan çıkmış, hukuka dayalı bir siyasal birlik hâline gelmiştir.

  Yeni kurulan bu toplumun bir diğer önemli yapı taşı da eğitimdir. Mescid-i Nebevî’ye bitişik olarak inşa edilen Suffe, barınma imkânı olmayan sahabilerin kaldığı yer olmakla birlikte, aynı zamanda Kur’an ve İslamî ilimlerin öğretildiği bir ilk ilim ocağı olmuştur. Suffe ehli, hem bireysel gelişim hem de İslam’ın yayılması açısından sonraki dönemlerde önemli roller üstlenmiştir.

  Kısacası, Medine’ye hicret, sadece baskıdan kurtulma arayışı değil; tebliğin toplumlaşması, değerlerin kurumsallaşması ve İslam’ın hayata egemen olduğu bir yapının inşasıdır. Bu toplumun temelleri, Hz. Peygamber’in öncülüğünde; inanç, adalet, paylaşım ve hukuk ilkeleri üzerine atılmış, bu sayede İslam, evrensel ve çağlar üstü bir medeniyet olma yoluna girmiştir.

2.1. Mescid-i Nebevî’nin İnşası

  Medine toplumunun inşasında ilk atılan adımlardan biri, Mescid-i Nebevî’nin inşasıdır. Hz. Peygamber’in gelişiyle birlikte, toplumu bir araya toplayacak fiziksel ve sembolik bir merkez oluşturulması büyük önem arz etmiştir. Mescid-i Nebevî, sadece ibadetin değil; aynı zamanda toplumsal inşanın, kolektif aidiyetin ve siyasi liderliğin ifadesi olmuştur.

  Hz. Peygamber, devesi Kasvâ’nın çöktüğü yeri seçmiş, bu arsa iki yetimden bedeli ödenerek alınmış, inşa sürecine bizzat katılmıştır. Tuğlalarla örülen duvarlar, hurma kütükleriyle desteklenmiş, damı hurma yapraklarıyla örtülmüştür. Peygamberimizin bu sürece doğrudan katılımı, toplumun en alt tabakasıyla aynı sorumluluğu paylaşan bir lider profili sunması bakımından da dikkat çekicidir.

   Mescid’in konumu da stratejiktir: Toplumun merkezine inşa edilmiştir ve çevresine Suffe, hanımlar için bölmeler, Hz. Peygamber’in odaları gibi birimler eklenerek, şehrin idari ve manevî omurgası hâline getirilmiştir.

2.2. Mescid-i Nebevî’nin Fonksiyonları

  İslam şehir hayatında mescidler, salt ibadet mekânı değildir; çok yönlü kurumsal fonksiyonlara sahiptir. Mescid-i Nebevî bu yönüyle ilk çok fonksiyonlu İslam kurumu olmuştur. Mescidde beş vakit namaz kılınmış; hutbelerle toplumsal bilinç inşa edilmiş; Kur’an dersleri yapılmış; yeni Müslümanlara eğitim verilmiştir.

  Bununla birlikte mescid, yönetim merkezi olarak da kullanılmıştır. Hz. Peygamber, savaş stratejilerini burada belirlemiş, gelen elçileri burada kabul etmiş ve devlet meselelerini burada çözmüştür. Mescidde mahkemeler kurulmuş, adalet sistemi yürütülmüş, ganimet dağıtımı, zekât organizasyonu gibi ekonomik işlemler gerçekleştirilmiştir.

  Ayrıca mescid, yoksulların barındığı Suffe bölgesiyle sosyal yardımlaşmanın ve toplumsal sorumluluğun da merkezi olmuş, kamu otoritesinin kutsallıkla buluştuğu bir yapı olarak hizmet vermiştir. Böylece mescid, dinî-siyasal-toplumsal hayatın entegre edildiği bir merkez olmuştur.

2.3. Suffe ve Suffe Ehli

  Suffe, Mescid-i Nebevî’nin kuzeydoğu kısmında üstü örtülü, açık bir alan olarak inşa edilmiş; burada barınma imkânı bulunmayan sahabeler kalmıştır. Suffe ehli, maddi imkânsızlıklarına rağmen kendilerini Kur’an’a, tefsire, hadise ve ilim tahsiline adamış bir grup olarak İslam tarihine geçmiştir.

  Sayısı zamanla değişmiş olmakla birlikte, Hz. Peygamber döneminde 70 ila 100 kişi arasında Suffe ehli bulunmaktaydı. Bu kişiler, hem bireysel manevî gelişimlerini hem de toplumsal sorumluluklarını birlikte yürütmüşlerdir. Hz. Peygamber, Suffe ehline zaman zaman bizzat ders vermiş, ashabı da onlara yiyecek ve barınma konusunda yardımcı olmuştur.

  Suffe, aynı zamanda İslam toplumunun ilk eğitim modeli olarak değerlendirilmektedir. Bu eğitim yapısı, halkla iç içe, sade ve doğrudan eğitim metoduna dayanıyordu. Suffe ehli, Medine dışındaki beldelere gönderilerek İslam’ın yayılmasında öncü roller üstlenmiş, zamanla valilik, kadılık gibi görevlerde bulunmuşlardır.

2.4. Hz. Muhammed Döneminde Diğer Mescitler

  Hz. Peygamber döneminde Mescid-i Nebevî dışında da mescidler inşa edilmiştir. Özellikle Kuba Mescidi, İslam tarihinde toplu olarak inşa edilen ilk mescid olarak bilinir ve Kur’an’da da (Tevbe 108) övgüyle anılmıştır. Hz. Peygamber, Kuba’ya her hafta yürüyerek veya binekle gidip orada namaz kılmış, bu mescidi teşvik etmiştir.

  Bunun dışında Medine çevresindeki kabilelerin kendi yerleşimlerinde mescidler inşa etmeleri, İslam’ın mahalle merkezli yaygın dinî yapılanmasını göstermektedir. Bu yerel mescidler, Müslüman kimliğinin sosyal düzene entegrasyonunu sağlamış, yerel liderlik yapısına dinî temsil gücü kazandırmıştır. Hz. Peygamber, bu mescidleri bizzat ziyaret etmiş, bazılarında namaz kılarak toplumsal aidiyet duygusunu pekiştirmiştir.

  Bu uygulama, merkezî mescidin yanında yerel ibadet ve eğitim mekânlarının da teşvik edildiği bir dengeyi temsil eder. Böylece İslam toplumu, hem birlik içinde hem de yerel çeşitliliklere açık bir model ortaya koymuştur.

2.5. Ensar ile Muhacir Arasında Kardeşlik

  İslam tarihinin en dikkat çekici sosyal projelerinden biri olan “muâhât”, Hz. Peygamber’in Medine’ye gelir gelmez uyguladığı bir sistemdir. Mekke’den göç eden Muhacirlerin barınma, iş ve aidiyet ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla Medineli Ensar ile bire bir kardeşlik tesis edilmiştir.

  Bu kardeşlik, yalnızca barınma ya da geçim yardımı değil; aynı zamanda ortak çalışma, malların paylaşımı ve miras hakkı gibi hukukî sorumlulukları da içermekteydi. Bu bağlamda muâhât, dini kardeşliği toplumsal bir dayanışmaya dönüştüren ilk uygulamalardan biridir.

 Muâhât uygulaması sayesinde sınıf ayrımı, kabilecilik ve ekonomik eşitsizlikler büyük ölçüde giderilmiş; toplum iman ekseninde birleşmiş ve sosyal adalet fiilen yaşanmıştır. İslam toplumunun bu kardeşlik temelli yapısı, daha sonraki dönemlerde vakıf, zekât, sadaka gibi kurumsal yardım modellerine zemin hazırlamıştır.

2.6. Medine Sözleşmesi

  Medine Vesikası ya da “Sahîfetü’l-Medîne”, Hz. Peygamber’in liderliğinde, Medine’deki farklı inanç gruplarını (Müslümanlar, Yahudiler ve müşrik Araplar) ortak bir şehir düzeninde bir arada yaşatmak üzere hazırladığı yazılı sözleşmedir. İçeriği itibariyle hem anayasa metni hem de toplumsal mutabakat belgesi niteliğindedir.

  Bu metin, toplumda yaşanan farklılıkları inkâr etmeyip onları ortak sorumluluklar ve haklar çerçevesinde bir araya getirmiştir. Hz. Peygamber metinde açıkça hakem ve lider olarak tanımlanmış, böylece siyasal otoritesi tanınmıştır. Vesikada şu ilkeler yer almaktadır:

  • Her topluluğun inancında serbest olması (din özgürlüğü),
  • Can, mal ve mülk güvenliğinin sağlanması,
  • Şehir dışı saldırılara karşı ortak savunma yükümlülüğü,
  •  Suçun bireyselliği (hiç kimse başkasının suçundan sorumlu tutulmaz),
  •  Savaş ve barış konularında nihai karar merciinin Hz. Muhammed olması.

  Medine Vesikası, modern anlamda anayasal yurttaşlık fikrine yaklaşan, farklı kimlikleri eşit hak ve sorumluluklarla tanıyan ilk yazılı düzenleme olması açısından tarihte önemli bir yere sahiptir. Ayrıca bu sözleşme, İslam’ın yalnızca inanç değil, aynı zamanda hukuk, siyaset ve toplum düzeni inşa eden bir sistem olduğunu ortaya koymuştur.

3. Hicretin Diğer Yıllarında Bazı Önemli Gelişmeler

  Hicretin ardından Medine’de kurulan İslam toplumu, sadece sabit bir düzenin muhafaza edildiği bir yapı değil; dinamik, dönüşen ve gelişen bir sistem olarak tarih sahnesinde varlığını sürdürmüştür. Hz. Muhammed (s.a.v), Medine döneminin her yılını hem toplum içi düzenlemeler hem de dış ilişkiler açısından stratejik bir gelişim çizgisi içinde yürütmüştür. Bu süreçte dinî, askerî, hukuki ve ekonomik alanlarda birçok önemli gelişme yaşanmış; Medine, kısa sürede bölgesel bir İslam devletine dönüşmüştür.

Bedir Savaşı (Hicrî 2 / M. 624)

  İslam toplumunun ilk büyük askerî tecrübesi olan Bedir Gazvesi, hem Müslümanların kendine olan güvenini pekiştirmiş hem de Medine’deki İslam yönetimini dış dünyaya tanıtmıştır. Savaş, başlangıçta Kureyş’in ticaret kervanını hedef alan bir müdahale olarak planlansa da, Mekke ordusunun savaş amacıyla gelmesiyle büyük bir çarpışmaya dönüşmüştür. Sayıca ve teçhizatça az olan Müslümanların galip gelmesi, İlahi yardım ve ahlaki üstünlük fikrinin sahadaki karşılığı olmuştur.

Uhud Savaşı (Hicrî 3 / M. 625)

  Uhud Gazvesi, Bedir zaferinden bir yıl sonra meydana gelmiş ve Müslümanların taktiksel bir zayıflık sonucu kısmen mağlup olduğu bir savaş olarak kayda geçmiştir. Ancak bu savaş, İslam toplumunda itaatin önemi, liderlik anlayışı ve istişare ilkesinin gerekliliği gibi değerlerin pekişmesine vesile olmuştur. Hz. Peygamber’in yaralanması ve birçok sahabînin şehit olması, toplumu derinden sarsmış, fakat beraberinde daha güçlü bir bilinçlenmeye yol açmıştır.

Hendek Savaşı (Hicrî 5 / M. 627)

  Mekkelilerin Yahudi kabileleriyle iş birliği yaparak Medine’yi topyekûn kuşatma altına aldığı bu savaş, Müslümanların savunma stratejisi açısından askerî bir dönüm noktası olmuştur. Hz. Selman el-Fârisî’nin teklifiyle Medine çevresine hendek kazılmış, böylece düşman ordusu karşısında şehir savunması başarıyla yürütülmüştür. Bu savaş sonunda Mekke'nin saldırı gücü zayıflamış ve Medine'nin siyasî otoritesi pekişmiştir.

İç Düzenlemeler ve Yahudi Kabileleriyle İlişkiler

  Medine'de yaşayan bazı Yahudi kabileleri (Benî Kaynukâ, Benî Nadîr ve Benî Kurayza), ilk başta Medine Vesikası'nı kabul etmiş, fakat zamanla Hz. Peygamber'e ve Müslümanlara karşı ittifaklara girmişlerdir. Bu nedenle sözleşmeye aykırı hareket ettikleri için bir kısmı şehirden çıkarılmış, bir kısmı ise cezalandırılmıştır. Bu gelişmeler, Medine toplumunda hukukî sözleşmeye sadakatin bir toplumda ne denli hayati olduğunu göstermiştir.

Hudeybiye Antlaşması (Hicrî 6 / M. 628)

  Mekke ile yapılan bu antlaşma, her ne kadar zahirde Müslümanların aleyhine gibi görünse de, uzun vadede İslam’ın yayılmasını kolaylaştırmış, Hz. Peygamber’in diplomatik dehasını ortaya koymuştur. Bu antlaşma sayesinde barış ortamı sağlanmış, davet faaliyetleri hız kazanmış, İslam toplumunun hem siyasî hem de sosyal etkisi büyümüştür.

Hayber’in Fethi ve İktisadî Genişleme (Hicrî 7 / M. 629)

  Hayber, Medine çevresindeki Yahudi nüfuzunun önemli bir merkezidir. Hz. Peygamber, bölgeyi fethederek hem ekonomik bir üs elde etmiş hem de Medine’ye yönelik tehditleri bertaraf etmiştir. Hayber’in fethi, İslam toplumunun ekonomik özgüven kazanması ve toplumsal refahının artması açısından da önemlidir. Bu dönemde ganimet paylaşımı, vergi sistemi ve toprak yönetimi gibi konularda ilk uygulamalar şekillenmiştir.

Tebük Seferi ve Bölgesel Diplomasi (Hicrî 9 / M. 630)

  Tebük Gazvesi, İslam toplumunun artık yalnızca Mekke-Medine hattında değil, Bizans sınırına kadar olan coğrafyada da diplomatik ve askerî varlık gösterdiği bir dönemdir. Hz. Peygamber, bu seferde fiilî bir savaş yapmamış; ancak bölgede siyasi otoritesini pekiştirmiş ve kabilelerle antlaşmalar yapmıştır. Bu sefer, İslam devletinin uluslararası ilişkilerde tanınmaya başlandığı bir süreçtir.

Zekât ve Vergi Sisteminin Kurumsallaşması

  Medine döneminin ilerleyen yıllarında zekât, fıtır sadakası, ganimet taksimi gibi ekonomik düzenlemeler hukuki bir zemine oturtulmuş, İslam’ın sosyal adalet anlayışı devlet eliyle uygulanmaya başlamıştır. Böylece bireysel infak anlayışı, kamu sorumluluğu hâline gelmiş; toplumda zengin ile fakir arasındaki uçurum denetlenmiştir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...