Ana içeriğe atla

NAS SURESİ

 


Vesveseye Karşı İlâhî Sığınak: Nâs Sûresi Üzerine Derin Bir Okuma

Kur’ân-ı Kerîm’in 114. ve son sûresi olan Nâs Sûresi, her bir ayetiyle insanın hem iç dünyasına hem de Rabbine yönelişine dair güçlü işaretler taşır. Medenî olan bu sûre, özellikle gizli tehlikeler karşısında mü’minin nasıl korunacağını öğretmesiyle öne çıkar. Bizlere sadece bir dua değil, aynı zamanda bir manevî farkındalık haritası sunar.

Bu yazıda, Nâs Sûresi'ni Fahreddin er-Râzî, İbn Âşûr, Elmalılı Hamdi Yazır, Seyyid Kutub ve modern psikolojik yaklaşımlar çerçevesinde ele alarak detaylandıracağım.

1. Ayet: “De ki: Sığınırım insanların Rabbine” (قُلْ أَعُوذُ بِرَبِّ النَّاسِ)

Bu ayet, sûrenin giriş kapısıdır; hem kulun hem sûrenin yönünü belirler. Yalnızca bir emir cümlesi değildir, kulun kendisini tanıma ve yönelme beyanıdır. Allah, Peygamber Efendimiz'e hitap ederken “De ki” emrini kullanır. Bu, onun şahsında bütün mü’minlere yöneltilmiş bir öğreti cümlesidir. Tıpkı bir anne çocuğuna nasıl dua edeceğini öğretirken söylediklerini tekrar ettirir gibi, Allah da kullarına sığınmayı öğretmektedir.

“Sığınırım” demek ne anlama gelir?

“A‘ûzü” fiili, tehlikeden kaçıp emin bir sığınağa yönelmek demektir. Ancak bu sığınma, fiziksel bir kaçış değil; manevî bir teslimiyet, ruhsal bir yöneliştir. Vesvese gibi görünmeyen, sinsice gelen tehlikelere karşı yapılır. Bu fiil, aynı zamanda bir süreklilik ifade eder. İbn Âşûr’a göre bu yöneliş, bir kereye mahsus değil; her zaman yeniden yapılması gereken bir eylemdir. Zira vesvese bitmez, saldırı tekil değildir.

“Rab” neyi ifade eder?

Ayette Allah’ın Rab ismiyle anılması oldukça anlamlıdır. Çünkü “Rab” sadece yaratan değil; aynı zamanda eğiten, yöneten, büyüten, geliştiren, terbiye eden anlamlarına gelir. Bu kelime, insanın hem biyolojik hem psikolojik hem de ahlaki gelişim sürecini kuşatır.

Elmalılı Hamdi Yazır, bu ifadenin altını çizerek şöyle der:

“Allah’ı Rab bilmek, insanın yalnızca ona eğilmesini, yönelmesini, terbiyesini ondan beklemesini gerektirir. Vesveseye karşı sığınılan merci, en başta içe işleyen bir terbiyedir.”

Bu bağlamda “Rabbin-nâs” ifadesi, Allah’ın sadece Müslümanların değil, tüm insanların Rabbi olduğunu vurgular. Allah, evrensel bir yaratıcıdır. İster inansın ister inkâr etsin, her insanın Rabbi O’dur. Bu, hem bir güven hem de bir hesap soruculuk yönüyle işler: Senin üzerinde Rab sıfatıyla terbiye eden biri var.

Ayetin Derin Psikolojik Boyutu

Bu ayet, çağdaş psikoloji açısından da oldukça zengin bir okuma sunar. Modern birey, kendisini çaresiz, yalnız, anlamdan yoksun hissettiğinde sığınacak bir yön arar. Bazen paraya, bazen ilişkilere, bazen kariyere sığınır. Fakat bu sığınaklar geçicidir, iç huzur üretmez. İşte burada Kur’an, gerçek sığınağı gösterir: İnsanların Rabbi olan Allah.

Fahreddin er-Râzî, bu ayeti tefsir ederken der ki:

“Kul, vesveseden korktuğunda yalnızca görünür düşmandan değil, kendinden de korkar hâle gelir. Çünkü vesvese, insanın kendi içinden gelir. Bu durumda sığınak, sadece dışarıda değil; onun özünde Rab olan kudrettir.”

2. Ayet: “İnsanların Hükümdarına” (مَلِكِ النَّاسِ)

Nâs Sûresi’nin ikinci ayeti, kulun sığındığı Allah’ın bu kez Melik sıfatını öne çıkarır. Bu ifade, bir önceki “Rab” sıfatının ardından gelir ve böylece korunma, sadece terbiye ve yönlendirme düzeyinde değil; egemenlik ve hâkimiyet düzeyinde de ele alınmış olur“Melik” ne demektir?

“Melik”, Arapça’da mülk sahibi, mutlak hükümdar, tek otorite anlamlarına gelir. Bu kelimenin kökü olan “me-le-ke”, bir şeye sahip olmak, onu elinde tutmak ve tasarruf etmek demektir. Dolayısıyla burada bahsedilen “Melik”, sadece sembolik bir lider değil; her şeyi gerçekten yöneten, her şeye tasarrufu geçen, emir veren ve uygulayan bir kudrettir.

Fahreddin er-Râzî, bu ayetin tefsirinde şöyle der:

“Melik olan Allah’a sığınmak, yalnızca bir korunma değil, bir boyun eğiştir. Zira Melik, yalnız sahip değil; aynı zamanda hükmeden, cezalandıran, nimet veren ve çekip alan kimsedir.”

Buradan anlıyoruz ki, kul yalnızca bir anne gibi şefkatli bir Rabbe değil; aynı zamanda yol gösteren ve gerektiğinde zorlayan bir Melik’e de sığınmaktadır. Bu, sığınmayı bir korkudan kaçış değil; düzen ve istikamet arayışı haline getirir.

"İnsanların Meliki" ifadesi neyi ima eder?

“Melik’in” nitelemesinin “en-nâs” (insanlar) kelimesiyle birlikte gelmesi, Allah’ın tüm insanlar üzerinde mutlak otorite sahibi olduğunu ifade eder. O, sadece bir topluluğun ya da inananların değil; herkesi yöneten, herkesin kaderinde söz sahibi olan varlıktır.

İbn Âşûr, burada önemli bir noktaya değinir:

“Allah’ın ‘insanların Meliki’ olarak zikredilmesi, insanın başka otoriteleri içselleştirmeye meyilli oluşuna bir cevap niteliğindedir. İnsan, bir hükümetin, bir toplumun, bir liderin ya da bir ideolojinin yönetimine kolayca teslim olur. Bu ayet ise hakiki Melik’in yalnızca Allah olduğunu ilan eder.”

Bugün, bireyin üzerindeki baskı çoğu zaman görünmeyen sosyal otoriteler yoluyla gerçekleşir: çevre, medya, algılar, idealler, trendler… İnsan bu görünmez sistemlerin hükmüne girer. Bu yüzden gerçek Melik’i tanımayan insan, sahte meliklere boyun eğer.

3. Ayet: “İnsanların ilâhına” (إِلَٰهِ النَّاسِ)

Bu ayet, sığınılan yüce varlığın üçüncü ve son sıfatını bildirir: İlâh. Bu ifade, Allah’ın sadece insanların terbiyecisi (Rab) ya da hükümdarı (Melik) olmadığını, aynı zamanda onların tek mabudu, sevilen ve ibadet edilen tek kudret olduğunu ilan eder. Böylece sığınma, sadece korkudan ya da otoriteden değil, sevgi ve bağlılıktan da doğar.

“İlâh” ne demektir?

Arapça “ilah” kelimesi, kalpten yönelinip kulluk edilen, yüceltilen, korkulan, sevilen, umut bağlanan varlık demektir. Bu anlamda, insanın hayatında “ilah” olarak konumlandırdığı şey, onun hayatına yön verir. Bu, bazen Allah olur; bazen para, güç, şöhret, bir kişi ya da ideoloji olabilir.

Fahreddin er-Râzî, bu ayette geçen ilâh sıfatının diğer iki sıfatla (Rab ve Melik) birlikte kullanılmasının anlamlı olduğunu vurgular ve şöyle der:

“Allah Teâlâ, bir kimseye Rab ve Melik olabilir; ama o kişi O’nu İlâh olarak tanımaz, yani O’na ibadet etmezse gerçek kulluk tamamlanmaz. Bu yüzden sûrede sığınma, bu üç sıfatın birleştiği Allah’a yöneltilmiştir.”

İnsan neden “ilah” arar?

Bu ayet, insanın en temel yönelişini ele alır: tapınma ihtiyacı. İnsanoğlu doğası gereği bir “ilah” arar. Kalbi boş bırakmaz. Ya doğru ilâha yönelir ya da sahte ilahlar üretir. İbn Teymiyye, bu durumu şu sözlerle özetler:

“İnsan kalbi bir mabedsiz kalmaz. Allah’a yönelmeyen kalp, mutlaka başka bir şeye yönelir.”

Modern insan da aynı arayışın içinde:

  • Kimileri için başarı bir ilâhtır.
  •   Kimileri için beğenilmek.
  •   Kimileri için bir kişi, bir otorite, bir ideoloji…

Bu yüzden bu ayet, sadece teolojik bir tanım değil; bir yön gösterici, bir arınma çağrısıdır.

"İnsanların İlâhı" ifadesi ne anlatır?

Ayetin “en-nâs” (insanlar) kelimesiyle birlikte gelmesi, Allah’ın yalnızca Müslümanların değil, bütün insanların ilâhı olduğunu vurgular. Yani herkes O’na muhtaçtır, herkesin varlığını borçlu olduğu, ibadet etmese bile içten içe tanıdığı bir ilâhtır.

İbn Âşûr, bu ayetin toplumların sahte ilahlara yönelmesine karşı bir cevap olduğunu belirtir:

“İnsanların içinde nice ilahlaştırılmış şahıslar, değerler, sistemler vardır. Ama bu ayet, kalbi sahte otoritelerden ve ilahlardan arındırıp hak ilâha yönlendirir.”

Bu yönüyle bu ayet, tevhidin özüdür. Çünkü sadece Rab demek yetmez, sadece Melik demek de yetmez. Kalbin en derin yönelişiyle yalnız Allah’a bağlanmak gerekir.

Ruhsal boyut: Sığınmak ve sevmek

Nâs Sûresi, “sığınmak” fiilini kullanır. Bu, genelde korkuyla ilişkilidir. Fakat burada sığınılan yalnızca güçlü bir otorite değil; aynı zamanda sevgisiyle koruyan bir ilâhtır.

Yani Allah’a yöneliş, sadece bir savunma değil, aynı zamanda bir gönül teslimidir.

Elmalılı Hamdi Yazır der ki:

“Sığınılan kudret, yalnız kudretli değil; aynı zamanda sevilmeye, yönelmeye lâyık olan İlâh’tır. O’na yönelmek, hem korkudan hem sevgidendir.”

Üç Sıfatın Birleşimi: Rab – Melik – İlâh

Bu üç sıfat, Allah’a sığınılacak tek merci olduğunu ortaya koyar.

  • Rab: Seni eğitir, geliştirir.
  •   Melik: Sana yön verir, hüküm koyar.
  •   İlâh: Kalbini sahiplenir, seni kendisine bağlar.

Bu üçlü yapıyı imam Fahruddîn er-Râzî, bir zincirin halkaları gibi yorumlar:

“Rab olmadan Melik tanınmaz, Melik tanınmadan İlâh’a yönelinmez. Bu sıralama, tevhidin bilinçte nasıl kurulacağını öğretir.”

5. Ayet: "الَّذِي يُوَسْوِسُ فِي صُدُورِ النَّاسِ"Kalbin Eşiğindeki Fısıltı: Vesvesenin Sessiz Giriş Yolu

Bu ayet, sûredeki tehdidin yöntemini ve hedefini tanımlar. Şeytanın vesvesesi soyut ve görünmezdir; bu nedenle tehlikesi daha büyüktür. 4. ayette şeytanın sıfatları anlatılmıştı: vesvese veren ve geri çekilen. Bu ayette ise onun tam olarak nereye etki ettiği ortaya konur: “sudûr”, yani insanların göğüsleri.

Ayetin Manası ve İnceliği

“O (vesveseci), insanların göğüslerine vesvese verir.”

Burada kalbin kendisinden değil, kalbe giden kapı olan sadr’dan (göğüs) bahsedilmiştir. Çünkü şeytan doğrudan kalbe nüfuz edemez. Kalbin içi iman ve zikirle doluysa, şeytan oraya erişemez. Ancak sadr, yani kalbin dış cephesi, her an etkiye açıktır.

Bu farkı çok güzel açıklayan isimlerden biri İbn Kayyim el-Cevziyye’dir. Der ki:

“Kalp, sadra açılan bir kapıdır. Şeytan o kapının önünde dolaşır. İçeri girmek için fırsat kollar. Zikir o kapıyı kapatır, gaflet ise ardına kadar açar.”

Vesvese Sürekli Tekrar Eder

Ayetin fiili olan “yuvassvisu”, Arapçada muzari (şimdiki zaman) kalıbındadır. Bu, şeytanın vesvese vermesinin devamlı, ısrarlı ve tekrar eden bir süreç olduğunu gösterir.

Yani vesvese bir kere gelip geçen bir rüzgâr değildir. Bir döngüdür, baskıdır, zihinsel bir pusudur.

Fahreddin er-Râzî vesvesenin bu özelliğini şöyle yorumlar:

“Şeytan kalpten uzaklaştığında geri dönmek üzere ayrılır. Asla pes etmez. İnsan gaflet hâlindeyse hemen geri gelir. Onun en büyük silahı, sabır ve sürekliliktir.”

Modern Yorum: Vesvese Bugün Nasıl Görünür?

Bugünün insanı için vesvese, sadece metafizik bir fısıltı değil;

  • Sosyal medyada bir kıyas,
  •  İçten gelen değersizlik düşüncesi,
  • ‘Yeterli değilim’ hissi,
  •   Sürekli karar değiştirme,

·         Derin huzursuzluk…

Bunların hepsi, sadr’a (göğse) düşen düşünce kırıntılarıdır. Eğer fark edilmezlerse, yavaş yavaş kalbe ulaşırlar ve kişiyi bozarlar.

Neden Göğüsler? Neden Kalp Değil?

Kur’an, burada özellikle kalbi değil, “sadr”ı zikreder. Çünkü vesvese kalbin dışında başlar.

Önce bir fikir gibi gelir, sonra bir endişeye dönüşür. Kalp dirençli değilse, o fikir yerleşir ve artık insan kendi sesiyle düşmanını konuşur hâle gelir.

İbn Âşûr, bu noktada çok dikkat çekici bir tespitte bulunur:

“İnsan göğsü, hem iman hem de inkâr duygularının giriş kapısıdır. Vesvese, bu eşiği geçerse, kalp kuşatılır. Ama bu eşikte Allah’a sığınan kurtulur.”

Çözüm: Kalp Kapısını Kim Koruyor?

Bu ayetle Allah bize, sadece tehdidi değil; tehlikenin yönünü de gösterir. Düşman dışarda değil, içeridedir. Ama içeri nasıl girdiğini bilirsen, onu durdurma şansın da vardır.

İşte bu yüzden, “Yalnızca Rabbine, Melikine ve İlâhına sığın” buyurulur. Çünkü sadece O, kalbin kapılarını savunabilecek kudrete sahiptir.

Sonuç: Fark Et, Dinle, Sığın

Bu ayet bize fısıldayanın dilini öğretir.

Ve kula der ki

“Kalbinin dışında bir ses varsa, onu tanı.

O seni sevmez, seni sana benzetip içeriden konuşur.

Ama sen bil ki, onunla başa çıkamazsın.

Rabbinin kapısına koş.

Çünkü O, sadece dostun değil; nöbetçindir.”

6. Ayet: "مِنَ الْجِنَّةِ وَالنَّاسِ"Görünmeyen ve Görünen Vesveseciler: Cinlerden ve İnsanlardan

“(Vesvese veren) cinlerden de olur, insanlardan da.”

Bu ayet, sûrenin son cümlesi olarak tehdidin boyutunu tamamlar. Önceki ayetlerde vesvese verenin niteliği ve etkilediği yer açıklanmıştı; şimdi ise onun nereden gelebileceği bildirilmektedir. Ve bu ifade gerçekten sarsıcıdır.

Çünkü kul öğrenir ki, düşmanı sadece görünmeyen şeytanlar değil, insan suretine bürünmüş şeytanlaşmış varlıklar da olabilir.

1. Tehdit çift yönlü: Cinler ve insanlar

Ayetin verdiği açık mesaj şudur:

  • Vesvese sadece metafizik (cin) kaynaklı değildir
  • İnsanlar da şeytan gibi vesvese verebilir.
  •   Bu, Kur’an’ın derin bir sosyal gerçekliği ifşa etmesidir.

İnsanı kararsızlığa düşüren, inancını bulanıklaştıran, kalbine şüphe tohumları eken herkes—ister görünmeyen bir varlık, ister bir insan—aynı “şeytanî” işlevi görür.

İbn Teymiyye, bu noktada şöyle der:

“Cin şeytanı kalbe fısıldar. İnsan şeytanı ise sözle, davranışla, telkinle vesvese verir. Ama bazen onun etkisi daha büyüktür. Çünkü güven kazanmıştır.”

2. “Cin” vesvesesi: Sessiz ve doğrudan

Cinlerden gelen vesvese, çoğunlukla fısıltı şeklindedir, duyulmaz, sezilmez. Kalpte bir tereddüt, akılda bir kırılma gibi başlar. Bu tarz vesvese, içten içe büyür. Gaflet hâlinde yayılır, zikirle uzaklaşır.

Fahreddin er-Râzî, cin vesvesesi için der ki:

“Cin vesvesesi bir gürültüyle değil, iç konuşmayla yayılır. Zihin buna karşı uyanık olmazsa, onun sesi, kalbin sesi sanılır.”

3. “İnsan” vesvesesi: Açık ve etkileyici

İnsandan gelen vesvese ise genellikle dil yoluyla olur:

  •  Süslü sözler,
  • Şüphe yayan yorumlar,
  •  Gerçek gibi sunulan saptırmalar,
  •  Dost gibi yaklaşan ama kalbi bulandıran telkinler.
  • Bu vesvese, şeytanın taktiklerini insan diliyle uygulamasıdır.

 İbn Âşûr, burada çok çarpıcı bir ifade kullanır:

“Bazen şeytanın dili olmaz. İnsanlar onun dili olur.”

Örneğin:

“Sen bu yolda yalnızsın, bırak gitsin.”

“Herkes yapıyor, sen neden farklı davranıyorsun?”

“Bence bu kadar dine düşkünlük fazla.”

İşte bu sözlerin ardındaki mantık, vesvesenin insan dilindeki hâlidir.

4. Sosyolojik boyut: Ortamın vesvese üretimi

Modern çağda insanlar sadece bireylerden değil, kültürel iklimden, medya dilinden, toplum normlarından da vesvese alırlar. Bugün “vesvese veren insan” sadece bir kişi değil, bazen bir düşünce sistemi, bir ideoloji, hatta bir reklam sloganı olabilir.

Elmalılı Hamdi Yazır, bu konuda şöyle der:

“İnsanlar arasında öyleleri vardır ki, şeytan susar ama onlar konuşur. Vesvese, artık fısıltı değil, fikir hâlini alır.”

5. Tehdit netleşti, sığınma tam oldu

Sûre, hem metafizik (cin) hem fizikî (insan) kaynaklı bir tehdide karşılık, kulun Rab, Melik ve İlâh olan Allah’a sığınmasını öğreterek tamamlanır.

Yani sığınma sadece görünmeyene değil;

  •   diline güvendiğin kişiye,
  •  alıp benimsediğin fikre,
  • severek izlediğin içeriğe karşı da olmalıdır.

 Sonuç: Kalbini Vesvese Üreten Her Şeye Karşı Koru

Bu ayet, kulun kendini koruma bilincini en üst düzeye çıkarır.

Çünkü fark ettirir ki:

  •   Düşmanın dili bazen başka birinin sesi olabilir.
  •  Fısıltı gibi gelen şey, bir insanın sözüdür.
  •  Kalbe dokunan her şey, vesvese olabilir.

O hâlde, sığınak tek, saldırı çift yönlüdür. Ama mü’min bilir ki, “Rabbü’n-nâs, Melikü’n-nâs, İlâhü’n-nâs" olan Allah’a sığınan, görünmeyenden ve görünenden korunur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İZHAR

İZHAR: 1-TANIMI:     Sözlükte, “ ortaya çıkarmak, açıklamak ” anlamlarına gelmektedir.     Istılahi manası, “ Tenvin veya sakin nundan sonra ا – ح – خ – ع – غ – ه harflerinden birisinin gelmesiyle oluşan tecvittir. ” İzharın Arapça manası ise: اَلإِظْهَارُ: هُوَ الْاِنْفِصَالُ تَبَاعُدًا بَيْنَ الْحَرْفَيْنِ İzhar: İki harfin arasını birbirinden uzaklaştırarak ayırmak (birbirine katmadan açıkça okumak) demektir . ÖRNEK: لِمَنْ خَشِىَ (Burada Sakin nundan sonra izhar harflerinden olan خ harfi gelmesiyle izhar gerçekleşmiştir.) Not: İzhar harflerinin tekerlemesi; الَّله    -    حَىٌّ    -    خَالِقٌ    -    عَدلٌ    -    غَنِىٌّ    -    هَادٍ ا     -     ح        -     خ   ...

İHFA

İHFA 1-TANIMI:     İhfanın sözlük anlamı “ Bir şeyi gizlemek, örtmek ” demektir. Terim anlamı ise , “ Tenvin veya sakin nundan sonra ت – ث – ج – د – ذ – ز – س – ش – ص – ض – ط – ظ – ف – ق – ك harflerinden birisinin gelmesiyle meydana gelen tecvittir. ”     İhfanın Arapça tanımı; الأِخْفاَء: حَالَةٌ بَيْنَ الْاِظْهَارِ وَالْاِدْغَامِ عَارِيَةٌ عَنِ التَّشْدِيدِ مَعَ بَقَاءِ الْغُنَّ “İhfa: Gunneyi belirtmek suretiyle, şeddeden uzak idğam   ile  izhar arasında bir okuyuş şeklidir.”       ÖRNEK: عَنْ صَلَاتِهِم          (Burada Sakin nundan sonra ihfa harflerinden olan ص harfinin gelmesiyle ihfa meydana gelmiştir.) 2-İHFANIN ÇEŞİTLERİ:    İhfa, “ Harfte oluşan ihfa ” ve “ Harekede oluşan ihfa (İhtilas) ” olarak ikiye ayrılmaktadır.    Harfte oluşan ihfa kendi içerisinde üçe ayrılmaktadır: 2.1. HARFTE OLUŞAN İHFA : 2.1.1.İHFA-İ LİSANİ (D...

MAHREÇLER

MAHREÇLER 1.MAHRECİN TARİFİ     Mahrec (اَلْمَخْرَجُ) sözlükte, çıkış yeri anlamında kullanılmaktadır.  Tecvid ilminde, harfin çıktığı yere mahreç denir.     Mahreclerin sayısı üzerinde ihtilaf edilmiştir. Ferra (207/822) ve  İbn Keysan (299/912) gibi bazı alimler 14; Sibeveyh (180/796), Ebu Amr ed-Dani (444/1053) ve Ca’beri (732/1332) gibi bazı alimler 16; Halil b. Ahmed (170/786) ve İbnü’l-Cezeri (833/1429) gibi bazı alimler de 17 olduğunu söylemişlerdir.     Mahreclerdeki sayı farklılığı, kimi bilginlerin cevf’i mahreç bölgesi olarak görmemelerinden ve (ن – ل – ر) harfleri için tek mahreç kabul etmelerinden kaynaklanmaktadır. 2. MAHRECİN KISIMLARI   2.1- MAHREC-İ MUHAKKAK:    Harfin sesi, mahreç bölgelerinden birisine temas ederek çıkıyorsa bu yere, mahreç-i muhakkak denir. Hece harfleri n in tamamının mahreci böyledir.   2.2- MAHREC-İ MUKADDER:    Harfin sesi, belirli bir ...

HARFLER

HARFLER 1.HARFİN TARİFİ:     “Harf” ( اَلْحَرْفُ ) sözlükte; “ taraf, bir şeyin ucu ve kenarı ” demektir. Çoğulu “ huruf ” veya “ ahruf ” tur.      Tecvid ıstılahında, “harf, bir mahrece dayanarak çıkan sese” denir. Nefesin, irade ve istek ile, ses tellerine çarparak çıkmasına “ses” denir. Eğer bu ses, mahreçlerden birine dokunup çıkarsa, buna da “harf” denir.       Kur’an harflerinin tamamı sessizdir. Bu harfleri seslendiren ve dilimizdeki sesli harflerin yerini tutan işaretlere de “hareke” denir. Hareke, hareket, kımıldamak anlamındadır; sükunun zıddıdır . Harekesi bulunan harfe müteharrik , harekesi bulunmayan harfe de sakin denir.   2.HARFLERİN KISIMLARI:   2.1.ASLİ HARFLER ( اَلْحُرُوفُ الْاَصْلِيَّةُ ) :    Bunlar, bilinen 29 hece harfleri dir. ا  ب  ت  ث  ج  ح  خ  د  ذ  ر  ز  س  ش  ص  ض  ط...

LAHN (OKUYUŞ HATALARI)

LAHN 1.LAHN’IN TANIMI:    Lügat anlamı, “ hata etmek, doğrudan sapmak ” anlamına gelmektedir.    Istılah manası ise “ Lahn, Kur’an-ı Kerim’i okurken harflerin sıfatlarında, harekelerinde, sükunlarında ve tecvid kaidelerinin uygulanmasında yapılan hatalara ” denir. 2. LAHN’IN ÇEŞİTLERİ:    Lahn’ın celi ve hafi olmak üzere iki çeşidi vardır. 2.1. LAHN-I CELİ:     “ Açık / Fahişe hata ” demektir. Harflerin mahreçlerinde lazımi sıfatlarında, harekelerinde ve sükunlarında yapılan hatalardır.   Kur’an’ı düzgün okuyanların anlayabilecekleri hatalardır.     a- Mahreç ve Sıfat konusunda:   Ta ( ط ) harfini dal ( د ) okumak gibi.     b- Hareke konusunda:   اَنْعَمْتَ عَلَيْهِمْ    ayetindeki te ( ت ) harfini zammeli olarak okumak gibi.     c- Sükunlar konusunda: وَلاَ حَرَّمْنَا  ‘yı وَلاَ حَرَّمَنَا  şeklinde okumak gibi.     Veya harf zi...

HZ. ADEM

  HZ.ADEM 1. Peygamberin Kimliği ve Tarihî Konumu   Hz. Âdem (a.s.), İslam inancına göre yeryüzüne gönderilmiş ilk insan ve ilk peygamberdir. Onun şahsında, insanın yaratılışı, ilahi emanet taşıyıcılığı ve dünya hayatındaki misyonu somut bir şekilde vücut bulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de pek çok yerde, özellikle Bakara, A’râf, Tâhâ ve Sâd surelerinde, Hz. Âdem (a.s.)’ın yaratılışı, meleklerle olan ilişkisi, İblis’in ona düşmanlığı ve yeryüzüne inişi ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır. Bu anlatımlar, Hz. Âdem (a.s.)’ın yalnızca biyolojik bir başlangıç figürü olmadığını, aynı zamanda insanlık tarihinde ilahi hikmetin ve kulluk bilincinin ilk taşıyıcısı olduğunu göstermektedir.    Allah Teâlâ, Hz. Âdem (a.s.)’ı yaratmadan önce meleklerine, “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım” (Bakara, 2/30) buyurarak, insanın ilahi bir misyonla yaratıldığını bildirmiştir. Halife kavramı, insanın yeryüzünde Allah’ın emirlerini ve hükümlerini uygulamak, adaleti sağlamak ve yeryüzünü i...